𝒙𝒗𝒊𝒊.

590 37 32
                                    



Charles o gün gündüzünü karanlığa çeviren geceye uyanmıştı. Bazen güneş en tepede yeryüzünü aydınlatırken de karanlığa boğulabilir, kalbiniz durmuş gibi hissedebilirsiniz.

Kabussuz geçen derin bir uykunun ardından gözlerini açmış ve sabahının, gündüzünün ışıkları çalınmıştı.

Nora yoktu.

"Siktir." diye mırıldanabildi yaşadığı şokla.
Bu muydu, her şey tatlı bir rüyadan mı ibaretti?

Başını tekrar yastığa koyup elini alnına götürüp bir süre ovuşturdu. İlk defa acıyı hissetmediği gözleri otel odasının sade tavanına daldı.

Küçücük bir mutluluğu yaşaması, çok muydu?

Ağlamak istedi ancak gözleri artık kurumuş bir ırmak gibiydi. Öncesinde deli sularla dolup taşan ve yatağını derinleştiren ırmağın o deli sularından eser yoktu şimdi. Ağlamak istedi ancak gözünden bir damla yaş akmadı.

Sabahın sıcak güneşi, otel odasının açık penceresinde uçuşan perdenin arasından sızıp yüzüne yansıyordu.

Charles'ın duyguları birbirine girerken ne hissetmesi veya ne düşünmesi gerektiğini bilmiyordu. Alışılagelmiş bir kalp kırıklığı gibiydi, belki de hiçbir şey hissetmiyordu.
Gözleri tekrar kederi taşıyacak ancak kurumuş ırmakta bir damla su akmayacaktı, bunu şimdiden hissedebiliyordu.

"Lanet olsun."

Charles yatakta doğrulup komodinin üstündeki telefonuna uzandı. Telefonun ekranını açıp saate bir göz attığında antrenman turuna birkaç saat kaldığını fark etti ancak ilgisini çeken bir başka şey vardı.

Nora:
Üzgünüm Charles, sana yaşattığım her şey için çok üzgünüm; inan bana.

Beni daha fazla beklemene gerek yok.

Bana kısa bir anlığına da olsa yaşattığın muhteşem duygular için teşekkür ederim.

Charles sanki kendiyle dalga geçermiş gibi gülüp telefonu yatağın üstüne fırlattı. Gerçekten delirdiğini hissetmeye başlamıştı. Aşk, bir insanı böylesine parmağında oynatabilir miydi? Kısa bir anlığına yaşadığı mutluluk ruhunu alevler arasına alıp yakan bir acıya dönüşmüşken boğulduğunu hissediyordu.

Düşünmemeyi deneyerek yataktan kalkıp banyoya ilerledi.

Üzerindeki kıyafetlerden kurtulup soğuk su damlalarının bedeninde akmasına izin verdi.

Her şeyin normal olduğuna, önceki hayatıyla aynı olduğuna ikna etmeyi denedi ancak hiçbir şey aynı değildi.



🥂


Antrenman turları bittiğinde Ferrari garaja çekilirken Charles aklındaki düşüncelere esir olmamak için büyük bir çaba sarf ediyordu.

Araç garaja girdiğinde koltukta sabit durmasını sağlayan kemer çıkarılınca araçtan çıkıp kaskını ve beyaz balaklavayı çıkardı.

"İyi iş çıkardın Charles."
Kırmızılara bürünmüş mühendis gülümseyerek konuştuğunda Charles ona gülümsemeyi denedi. Yüzüne samimiyetsiz olduğuna emin olduğu bir gülümseme kondururken hafifçe mırıldanarak teşekkür etti.

Birkaç saat sonra tekrar bir antrenman olacaktı ancak bundan önce Charles'ın düşüncelerini kontrol altına almaya ihtiyacı vardı.

Duygularını bir mezara gömmüştü sanki. Artık hiçbir şey hissetmiyor gibiydi. Belki de bu garip acıya alışmış ve garipsemiyordu.

Mühendislerle dolu garajdan sessiz sedasız ayrılıp daha sakin olacağını umduğu otoparka ilerledi.

Nora.
Hayatını adadığı, yıllardır beklediği kadın sonunda kollarında uyumuşken sanki bir rüyaya dönüşmüş gibi geceyi aydınlatan sabahın ışıklarında onu terk etmişti.

Hayalleri kısacık bir anla filizlenip yeşillenirken günün ilk ışıklarında solup gitmişlerdi, hiçbir şey söylemeden.

Charles otoparka girdiğinde beklediği gibi sessiz buldu.
Sadece Lando buradaydı.

Charles kendisini onunla yüzleşmeye hazır hissetmiyordu. Geri adım atmak, buradan gitmek istedi ancak Lando keskin bakışlarını ona çevirince adeta mıh gibi saplanmıştı olduğu yere.

Lando gözlerini bir an olsun onun üzerinden çekmezken Charles gözlerindeki öfkeyi okuyabilecek kadar tanıyordu onu.

Derin bir sessizlik ve alev almış bir orman gibi, sıcaklığıyla kavuran keskin bir öfke vardı sadece.

Charles, kaçmanın manasız bir oyun olduğuna karar verince gözlerini Lando'dan çekmeden adımlarını siyah McLaren'ın tamponuna yaslanmış öfkeli adama yöneltti.

"Nora nasıl?"
Charles yanına ulaşınca Lando'nun sorduğu ilk soru bu oldu. Gizlemeye çalıştığı bir öfke vardı. Kanın kokusunu almış korkunç bir canavar gibiydi öfkesi. Belki de bir yılan; tıpkı bir yılan gibi damarlarında dolanıyor, kötücül bir zehir dağılıyordu kanına, öfkeyi daha net hissediyordu.

Charles kollarını göğsünde bağlayıp arkasındaki jip tipi siyah Mercedes'e yaslandı.

"Bilmem, sana sormalı."

Lando'nun kaşları çatılırken dudaklarına öfkeli ancak alaycı bir gülüş yayıldı.

"Dalga mı geçiyorsun Charles?"

Charles sıkılmış gibi derin bir nefes alıp başını sağ omzuna doğru eğdi.

"Dalga geçiyor gibi mi görünüyorum?"

Lando'nun gülümsemesi kaybolurken kaskın iz bıraktığı yüzünde Charles'ın anlam veremediği farklı bir ifade oluştu.

"Charles, dün senin kollarına koştu; beni bırakıp, unuttun mu?"

Charles kaşları çatılırken neler olduğuna anlam vermeye çalıştı. Bir şeyler ters gidiyordu, oldukça ters.

"Bana geldi; evet ama tekrar sana döndü Lando, kafan mı güzel?"

Lando'nun yüzüne neler olduğunu anlamış gibi bir ifade çöktüğünde ellerinden birisini yüzüne götürüp sıkıntıyla gözlerini ovuşturdu.

"Siktir."


‧₊˚🖇️✩ ₊˚🎧⊹♡
Cause it was us, baby, way before them
And we're still together
And I meant every word I said
When I said that I love you, I meant that I love you forever

🌻

Lando'ya üzüleceğimiz bölümler geliyor sanırım.
Bu kitapta yüzümüz gülmeyecek anlaşılan.

lost on you, charles leclercHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin