Bölüm 1: Vakit Akittir

70 10 21
                                    


Hazır bahar da gelmişken ormanda adam kaçırmak için mükemmel bir zamandı.

Aklı olan Yücedağ ormanının derinine girmezdi. Yarım akıllılar yüzlerini gizleyip girerdi. Akılsızlar ise piknik için orayı seçerdi. At üstündeki yabancı ise bunların hiçbiriydi; nitekim pelerininin başlığı sırtında, eli ise hançerinin kabzasındaydı. Yuvarlak yüzü ayan beyan ortada, keskin yeşil gözleri yoldaydı.

Yüce ağaçlar arasından süzülen gün ışığı, atlının bordo pelerinine vuruyordu. Fikir selameti meçhul şahıs, sanki karşısına çıkan ilk kişiye bir yumruk geçirecekmiş gibi bir ifadeyle atını mahmuzluyordu. Adeta bir hışımla yapılmışçasına duran kısa at kuyruğu, isyankâr teller eşliğinde bir yukarı bir aşağı sallanıyordu.

Binek öyle aniden duruverdi ki, binicisi öne kaykıldı.

At eğitimliydi, at zekiydi ve atın keskin kulakları vardı. Pelerinli kişi bunu biliyor olacak, etrafına göz gezdirdi. Yer yer kulağına çalınan yaprak hışırtıları dışında dikkate değer bir şey yoktu. Yine de hançer kınından çıkmış, loş ışık altında mavi mavi parlamaktaydı.

Binici, sorar gözlerle ata döndü. Hayvan adeta omuz silkmek istercesine kulaklarını seğirtti. Binicisi sessizce iç geçirdi ve atından atlayıverdi. Eyeri boşalan at, nalları yere zamklanmışçasına öylece durdu. Hançerini çekmiş olan cesur ruh ise öndeki ağaçların arasında ilerledi.

Az ileride, söğüt ağaçlarının perdelediği açıklığı az daha gözünden kaçırıyordu.

Kurt gibi bir sırıtışla dalları kenara itti ve hedefini gözüne kestirdi. Her türlü bahar çiçeğiyle bezeli kırlıkta, besbelli oraya ait olmayan bir silüet ve atı vardı. Siyah pelerini altında kimliği belirsiz silüet, kimseye zararı olmayan ve tek amacı çiçek toplamak olan ufak tefek biriydi. Ara sıra rengarenk taç yaprakları koklamak için öne eğiliyor, bazen de gözüne takılan bir otu heyecanla kökünden söküyordu.

Bütün bunları arkası dönük yaparak kendine yazık ediyordu. Eğer bir an olsun geri dönseydi belki de hançerli yabancının dibine kadar geldiğini fark edecekti.

"Selam olsun sana," diyen fısıltıyı ensesinde hissedince elindeki asasını kaldırıp arkasına döndü. Faltaşı gibi açılan gözlerini hançerli kişiye dikti, bağırmak üzere ağzını açtı. Ardından, birçok adam kaçıran kişinin gücüne gidecek o şeyi yaptı: rahatlama dolu bir iç geçirdi.

Gelen kişiyi tanımıştı; ama bu, ziyaretçisine isyan etmesine engel olamadı. "Ne yapmaya çalışıyorsun?"

Davetsiz misafir, sırıtarak omuz silkti. "Selam veriyorum."

Ters bakışlarla onu uzun uzun süzdü, ardından "Sana da selam olsun," diye geleneksel selamlarına karşılık verdi siyah pelerinli kişi. Çatık kaşlarla, ışıldayan hançere baktı. "Allah aşkına Mehtap, kaldır şunu."

"Ha, pardon." Kadın hançerini kınına sokuverdi. "Unutmuşum."

"Anlıyorum," der gibi mırıldandı adam, ardından arkasına dönüp açıklığın başka bir tarafında otlayan atına doğru sepetiyle beraber yürümeye başladı. Belli ki bu kadınla konuşmak istemiyordu.

Fakat kadın -kalın kafalının teki olsa gerek ki- adamı ısrarla takip etti. "Güneş!" diye seslendi neşeyle. "Sana haberlerim var."

"Gerçekten mi?" Niyeyse adamın sesi hiç de şaşkın gelmiyordu kulağa.

Kadın iç geçirdi ve yüzündeki coşku dolu ifade, sıkılgan bir tanesiyle yer değiştirdi. "Köşk'ten geldiğimi biliyorsun..."

"O bordo pelerini her yerde giyiyorsun. Bilmemek elde değil."

"Konuşmamız lazım. Okulla ilgili."

"Yanlış kişiye geldin." Güneş omuz silkti. "Yıllar önce mezun oldum ben."

"Hay seni sivri zekâ," dedi Mehtap ellerini pantolonunun ceplerine koyarak. "Sana bir hafta içerisinde dört tane mektup yolladım. Hiçbiri mi eline geçmedi?"

Güneş, gözle görülür bir şekilde durakladı. "Yo," dedi, arkasını dönerek. "Ne mektubu?"

"Postacı yolunu kaybetmiş olabilir mi o zaman?" diye sordu Mehtap, başını yana eğerek.

"Olabilir, olabilir pekâlâ."

Mehtap başını salladı ve çocuğu başarısızlığa uğramış biri gibi iç çekti. "Öyleyse gelirken kulübende gördüğüm yanmış parşömenler bir tesadüftü, hım? Mektupların ulaşamamasına üzüldüm. Kaliteli parşömendi onlar... Neyse! Şükür ki uzun uzadıya, yüz yüze konuşabiliriz artık. Mektupla tek bir imzayla hallolurdu gerçi."

Bunu duyan Güneş, iri gözlerle kadına döndü. "Şaka yapıyorsun."

"Ne münasebet! Ben Köşk'ten geldim diyorum, sırf bu şey için sabahtan beri at sırtındayım."

"Ciddi bir mesele yani." Güneş, yenik bir edayla derin bir nefes aldı. "İyi. Anlat bakalım."

Kristalin Efsanesi 1: Son KalanlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin