Bölüm 8: İyi olacak hastanın şifacı ayağına gelir

9 3 0
                                    


"Savaşçı, Stratejist ve Şifacı,

Üçü de düşmüşler orman yoluna!

Bazı haydutları avlayıp

Sehpaya çıkartmaya!


Ah sevgilim, şu gözleri

Islatayım deme sakın!

Sevdiceğinin hüneri

Gelecektir, pek yakın!"

"Geç olmadan mesleğini değiştir," dedi Güneş, zor duyulur bir sesle. "Savaşçı değil de ozan olursan parlak bir gelecek seni bekliyor."

Tomris'in neşe dolu ıslığı bu yorum üzerine kesilmişti. Gayet hoşnut bir şekilde sırıttı. "Öyle mi dersin?"

Besbelli yalnızca kendinin duyacağı bir ses tonu kullandığını düşünen Güneş, afallamıştı. Belli belirsiz bir şeyler mırıldanarak başını salladı.

Efza Bey, onların bu küçük sürtüşmesine bakıp bıyık altından güldü. "Avcı, Korsan ve Tüccar değil miydi o?"

"Öyle." Tomris, abartılı bir biçimde başını eğip onayladı. "Çok hoş bir halk ezgisidir bence."

"Sen söyleyince öyle olmuyor," diye mırıldandı Güneş, az öncekinden de kısık bir sesle. Tomris, dudak büzerek ona döndü.

"Kimden duymayı tercih edersin? Adına ithafen söz bile uydurdum. Hak ettiğim saygıyı göremiyorum ve bu beni derinden yaralıyor."

"Sen hep böyle... Şarkı mı söylersin?" Şifacı'nın acı dolu gözleri Tomris'e dönmüştü. Atı da kendi gibi bodur olduğundan Tomris'in uzun bacaklı atının aşağısında kalıyor, kızı görebilmek için başını kaldırması gerekiyordu.

"Evet," dedi Tomris ve Efza Bey. "Hem de daima."

"Harika," dedi Güneş, yeniden başını eğip yüzünü başlığının gölgeleri altında bırakarak. "Baş ağrısı için melisa otu stoğumu genişleteyim bari."

"O kadar da kötü değil," dedi Efza Bey, muzır bir sırıtışla. Kızının bu mimiğini kimden aldığı belli oluyordu. "Yalnızca birkaç ay dayan. Sonra alışırsın, bir bakmışsın melodileri ormanın sesleriyle karışıyor."

"Benim çığlıklarımla beraber," diye homurdandı Güneş, Efza Bey'i kahkahalara boğarak. "Dua edeyim de aynı haneye düşmeyelim. O zaman gecenin bir körü sana zakkum çayı içirmem belki."

"Zakkum mu?" dedi Tomris, ilgiyle bir karışık kafa karışıklığıyla Güneş'e bakarak. Hane dediği şey neydi onu da bilmiyordu gerçi, ama öncelik onda değildi. "Nedir o?"

Güneş, omuz silkti. Sinirini bozan birisiydi Tomris, ancak ilgilendiği alandan ona yöneltilen bir soruyu cevapsız bırakmak istemezdi. Hem böylece nasıl bir öğretmen olacağıyla ilgili Efza Bey'e bir fikir de vermiş olurdu. Boğazını temizleyerek omuzlarını dikleştirdi.

"Boyu beş metreye varabilen ağaçlarda yetişen bir çiçek çeşidi," dedi kendinden emin bir sesle. "Normalde zehirlidir, ancak işinin ehli biri tarafından kullanıldığında ilaç görevi görür."

Tomris düşünceli bir şekilde dudaklarını büzdü. "Şu parlak pembe çiçekler değil miydi onlar?" Güneş'in onayıyla devam etti. "E, ben yemiştim ki onlardan. Bir şey olmamıştı ama tadı çok kötüydü. Bir daha asla."

Güneş sersemlemiş bir şekilde Tomris'e baktı. "Ama canlı kalman imkânsız," dedi, kekeleyerek. "Nasıl..."

"Şimdi tartışmanın sırası değil." Efza Bey, ordularına emir verirken kullandığı otoriter sesiyle araya girdi. "Pekâlâ, Güneş. Şu bahsettiğin kırlık neredeymiş, bir göster bakalım."

Kristalin Efsanesi 1: Son KalanlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin