Bölüm 7: Aklına geleni işleme, her kafayı taşlama

11 3 0
                                    

Mehtap, yattığı yerden acıyla homurdandı. "Acıyor, çok acıyor," dedi, boğuk bir sesle, istemsizce eli başının arkasına giderek. Yumuşak yastığın üstündeki başına sarılı bezi hissedince, az önce aralamakta bile zorlandığı gözleri, sonuna kadar açılmıştı. Tahta duvarlarla çevrili, loş odayı görünce dehşetle doğruldu. "Aman Allah'ım," dedi, kesik kesik verdiği nefesinin arasından. "Ben neredeyim böyle?"


Her ne kadar bulunduğu ortam ona yabancı -ve biraz da köhne- gelse de kesinlikle bakımsız değildi. Yanındaki, koyu renkli perdelerle -daha doğrusu paçavra kumaşlarla- örtülü pencereyi araladı. Gözüne çarpan tek şey, sık ağaçlar ve aralarından güçlükle geçen gün ışığıydı.


Gördüğü bu manzara karşısında, aklındaki parçalar yavaş yavaş yerine oturmaya başlamıştı. En son neredeydi? "Tabii ya. Ormanın derinliklerinde," dedi kendi kendine, bir zafer edasıyla. Kısa bir öksürük duyması üzerine hızlıca arkasına döndü.


"Umarım tek kişilik sohbetinizi bölmüyorumdur."


Yatağın yanındaki masaya otururcasına yaslanmış, elindeki parlak bıçakla ince bir ağaç dalını yontmakta olan ve konuşurken ona bakmaya bile zahmet etmemiş adamı süzdü Mehtap. Konuşurken, sessiz harfleri keskince vurgulamasına yol açan kuzeyli aksanı hemen göze çarpıyordu. Saç ve sakalı fazlasıyla yaygın bir şekilde tıraş edilmişti ve göze çarpan tek özelliği havuç rengi olmalarıydı.


Tıpkı içinde bulundukları kulübe gibi, o da bakımlıydı belki; ancak üstündeki kıyafetler, gerçek konumunu belli ediyordu. Sıradan bir köylüydü işte. Pekâlâ, çok da sıradan olmadığını kabul etmek lazımdı, ne de olsa hiçbir aklı başında insan ormanın göbeğinde yaşamazdı. Yine de Mehtap'ın Köşk'te görmeye alışık olduğu, kıdemli soylulardan değildi bu adam. Kadın gözlerini kısınca, sinirlerini hoplatan gerçeği fark etti: adam kıdemli olmayabilirdi, ama elindeki bıçak öyleydi.


"Hançerim," diye haykırdı Mehtap, dehşet içerisinde. "Çalmışsınız onu!"


Adam, Mehtap'ın çığlığı andıran sesine karşılık sert bakışlarla başını kaldırdı. Sanki bu suçla itham edilmek gururunu incitmiş gibiydi. "Anlayamadım?" Sesi; az önceki alaylı edasının tam aksi olan, baskın bir tondu.


"Elinizdeki hançer!" Mehtap sanki karşısındakini bakışlarıyla yakmak istercesine adama bakıyordu. "O benim hançerim. Aile yadigarı! Kuzeyden getirtilmiş, özel imal edilmiş bir hançer o."


Adam, Mehtap'ın verdiği ayrıntılar üzerine, dudak büzerek hançerin kabzasını kaldırdı ve soluk mum ışığıyla aydınlanmasını sağladı. "Çok ilginç," dedi kendi kendiyle konuşur gibi, "Şimdiye kadar hiç kuzeyde imal edildiğini gösteren bir ibare fark etmemiştim. Bıçaklardan anlayan birisiniz anlaşılan. Ancak korkarım ki sizi hayal kırıklığına uğratacağım." Mehtap'a imalı bir bakış attı. "Bu hançer bana ait. Eğer ikna olmadıysanız üstündeki damgaya bakabilirsiniz."


Mehtap, ciğeri havada kapan bir kedi gibi hançeri kaptı. "Kendi hançerimi tanıyamayacak değilim," dedi; ancak bakışlarını bıçağa indirince susup kaldı. Hayal kırıklığı yüzünden okunuyordu.


"Dediğim gibi, damgasından anlayabilirsiniz," dedi adam, zarif ancak hızlı bir hareketle hançeri adeta kadının elinden kaparak. "Dedikodulara göre bir zamanlar bir krala aitmiş. Dedikodular, işte... Berraknehir'in pazarında bile oldukça makul bir fiyata bulunabilir bunlar." Havuç saçlı adam, masaya bırakmış olduğu ince ağaç dalını yeniden aldı ve oymaya devam etti.


"Öyleyse," dedi Mehtap, belindeki boş kına bakarak, "Nerede benim hançerim?" Düşünceyle çenesini kaşıdı. Düşürmediğinden emindi. Yoksa değil miydi? En son hatırladığı şey, atından yere düştüğüydü. Belki o sırada savunma pozisyonunu almışsa, düşmenin etkisiyle hançeri elinden kayıp gitmiş olabilirdi. Bu ihtimalin fazlasıyla yüksek olduğunu fark ettiğinde, keyifsizce iç geçirdi, eli de refleks olarak boynundaki armaya gitti. Bir an için kaybolduğundan korktuğu armasının soğuk yüzeyini hissedince iç geçirdi. Buna da şükürdü.

Kristalin Efsanesi 1: Son KalanlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin