Yemekte normal davranmaya gayret ettim. Tüm gücümle gülümsemeye devam ettim. Sanki içten içe ölen ben değilmişim gibi.
Allah'ım her bir parçam üstümden yerlere akıyor, damlıyor. Yerlere bakıyordum, bu dökülen kan benim. Sabun gibi eriyen kendime bakıyorum bedenimden ayrılıp. Ben bu kadar acı çekmeye layık mıyım?
Dinliyormuş gibi salladım başımı, bana ne anlattıklarına dair en ufak bir fikrim yok. Muazzez Teyze ne anlatıyordu da annem böylesine gülüyordu. Yediklerim de anlamsız, tatsız. Ne yersem yiyeyim hepsi sanki aynı. Masa dolup taşıyor, ne çok çeşit var böyle? Ama ağzımın tadı yok, bana dünyayı verseler o an anlamı yok.
Kısacık bir an Yusuf'a baktım. Bir elinde bıçağı bir elinde çatalı etini kesiyordu ısırmak için pembe dudaklarına götürüyordu. O eti keserken ellerim karıncalandı, ellerime baktım, bir an sanki benim ellerim kesildi. Parmaklarımdan kanların aktığını gördüm. Gerçek olmadığını biliyordum ama görüyordum. Ellerimi yüzüme götürdüm kısa bir an bir damla süzülmüş farkında değilim. Belli etmemeye çalışarak sildim. Sanırım aklımı yitiriyorum. Biraz abartılı olabilir basit beşerî bir aşk için ama aklımı yitirsem sevineceğim. Tüm farkında olduklarım yok olacak aklımla birlikte. Tüm acılarımızın kaynağı aklımız, o olmazsa bütün sıkıntılardan kurtulacağız. İmkânım olsa ellerimi göğsüme sokar kalbimi o masaya çıkarırdım. Bunu hayal ettim o an. Sağ elimi kaldırıp göğsümden içeri sokuyorum sanki göğüs kafesim yokmuş gibi sokuyorum elimi. Kalbimi çekip koparıyorum ve kanlı elimle tabağıma koyduğumu hayal ediyorum. Ortada çarpıyor kendi kendine, herkes donmuş bana bakıyor, ben ise ölmek üzere olan zavallı kalbime. Sonra camdanmış gibi kırılıp dağılıyor. Sessiz çığlığı duyuluyor son kez.
Muazzez Hanım'ın sesiyle kendime geldim o an.
"Ellerine bir şey mi oldu Süreyya?" Dedi. Başımı çevirip ona baktım. Hala ellerime bakıyordum.
"Şey kurudu ellerim, gerildi biraz." Dedim o an aklıma gelen buydu. Başka bir şey değil. Kuruyan ellerim, boyalardan kurudu kuruduysa.
"Krem getirsinler kızım rahatsız olma." Dedi Muazzez Teyze. Ne kadar tuhaf görünüyordum o an bilmiyordum. İtiraz etmedim yemeğimi yemeye yöneldim. Tuhaflığımı anlasınlar istemiyordum. Çok geçmeden krem geldi. Ellerime sürüp sanki tüm derdim buymuş, tüm sıkıntılarımı o el kremi yok ediyormuş gibi sürdüm, uzun uzun, vıcık vıcık.
Yemeği tamamladıktan sonra bir süre de bahçede hep beraber oturuldu. Ben Yusuf'un hemen yanındaydım. Ama aklım ile orada değildim, sadece bedenim oradaydı. Çayımdan içtikçe içtim ondan da bir şey anlamadım ama içtim. Döndüğümde masada hayal ettiğim şeyi resme dökmeye karar verdiğimi düşünüyordum.
Sonra atları düşünüyordum. Etrafımda insanlar konuşuyor, Ali Bey bir şeyi büyük ciddiyetle anlatıyordu. Bense atların koşuşunu düşündüm. Bomboş, çorak arazilerde tozu dumana katarak koşuyorlar. Özgürler ve sanki kederleri yok. İçimde o atların arasında, o tozun dumanın içinde koşan bir kız çocuğu vardı eskiden. Onu canlı tutamıyorum artık. Tek tek atları vurdular ama ben öldüm.
"Ne düşünüyorsun Süreyya?" Diye sordu Yusuf kulağıma, beni kendine iyice çekti. Kokusunu duyuyordum. Bana bu eziyeti niye yapıyordu ki?
"Hiç, ofiste birkaç tamir işi vardı da aklım onlarda kaldı." Dedim. İncir ağaçlarını düşünüyorum aslında o esnada. Kendimi assam, bir incir ağacına asmak isterdim. Güzel kokacağını düşünüyorum. Ölüm güzel kokmalı. Sonra limon ağaçları çok güzel kokar ama gövdemi taşıyamazlar. Evime limon ağacı mı alsam? Belki baş ucunda ağlarım.
Biliyorum, delice geliyor bunlar. Ben zaten delirmek istiyorum.
"Ben bir köpeklere bakayım." Diyerek müsaade istedim. Köpekleri de getirmelerine nasıl sevindim gördüğümde. Kendi kendime kalıp biraz kendimle konuşmalıydım. Köpeklerin yanına gittim yere oturdum. Önce gelip kokladılar beni hava artık karanlık ve yıldızlar gökyüzünde parlıyor dünya boktan bir yer değilmiş gibi. Bir yanıma uzandı, diğeri onun yanına. Ağlamaya başladım hemen. Bir süredir bu anın hayaliyle yanıp tutuşuyordum. Ben hep huzursuz bir ruhum. Hiçbir zaman huzur bulmadı ruhum ama artık zindanlardayım, kör kuyulardayım. Ölümlerle tanıştım. Sanki kan akıyor gözlerimden hıçkırıklarımı kontrol edemiyordum. Ben bu kadar acıya layık mıydım? Yalnızlık tahtında kendi kendime oturuyordum. Yusuf gelip bu yetim beni indirdi o tahttan. Sahte mutluluklarla sardı etrafımı, yalana alıştım.
İçim paramparça, damla damla yok oluyorum, onun ise keyfi yerinde. Artık ölmüş umutlarımın yasını tutabilirim. Bu saatten sonra bu aşkın da yasını tutarım. İsyan geliyor içimden sadece isyan. Neden diyorum Allah'ım? Madem benim olmayacaktı neden karşıma çıktı? Neden ben olamıyorum boynuna dolanan kollar, dudaklarını öpen dudaklar neden benim olmuyor? Sabahları yanında uyanmak neden benim için bu kadar imkânsız?
Başımı dizlerime dayadım bir süre de öyle ağladım. Bu kadar göz yaşını üretebilen bedenime hayranım. Nasıl bu kadar acı biriktirip hala ayakta kalabiliyor? Koşarak uzaklaşmak istiyorum o an, yeter demek geliyor içimden yeter. Kalkıp gideyim istiyorum nereye gideceğimi bilmeden. Şu karanlık alsa beni içine sarılsa bana çok yalnızım.
Nurullah Genç'i bilir misiniz?
"Bırak da, böyle bitsin bu günahkâr serüven
Bırak da kurtarayım bu emanet sarayı
Yeter, intiharınla oyduğun yüreğimi
Umutsuz şarkılarla avutulduğum yeter." Diyor.İşte ben de böyle yeter demek istiyorum ama biliyorum ki gözlerimi silip yanlarına geri döneceğim. Başka türlüsüne izin vermeyecek bu amansız oyun. Neden Allah'ım neden şu kırık kalbime rağmen onu sevebiliyorum?
Söyle bana Allah'ım ben bu acıyla nasıl yaşarım?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Boşanma Hikayesi
RomanceYusuf ve Süreyya'nın sahte evliliğinin devam hikayesi. Bir evlilik Hikayesi'nin devamı. Bakalım nasıl bir yön çizebileceğiz. Keyifli okumalar.