🎞️isabel rosa*praying
Birkaç saat sonra, yeniden Boo'nun yerindeydik. Mahalle, akşamları olduğu gibi sabahları da sessizdi. Sanki Kaliforniya'nın en ücra köşesiydi ve varlığı unutulmuştu. Sadece Boo ve aklındaki kişiler yaşıyordu; onun şizofrenik olduğunu düşünmeye başlamıştım. Etrafımda, birden fazla kez etkileşime girdiğim ve düzgün olan hiç kimse yoktu. Manyak manyağı çekiyordu sanırım.
Boo, bir önceki gelişimizde yaptığı gibi dükkanını söylene söylene Adrian'a teslim etti. Bu dükkana Adrian'dan başka birinin geldiğini düşünmüyordum, bence minnettar olması gerekiyordu ama bana ne? Ben de minnetimi teşekkürler sunarak değil, sataşarak belli ederdim.
"Önden buyur." dedi Adrian.
Sedyeye sırtım ona dönük oturdum. Üstümü çıkardım. Adrian bana yaklaşarak omzuma dağılmış saçlarımı tuttu ve hafifçe yukarı kaldırarak, nereden bulduğunu görmediğim tokayla saçımı topladı. Sordu: "Sıkı mı?"
Eli, saçlarımın arasına gizlenmiş yara izine değdi. Sorusu, toplamanın yarayı rahatsız edip etmemesiydi. "Sorun yok."Adrian, eli hala saçımda, birkaç dakika öyle kaldı. Kıpırdandım. "Black?"
"Senin... Saçlarında kan parlıyordu." dedi, donuk bir sesle. Yanaklarımı içten ısırdım. Parmakları boynuma, oradan da omzumdaki bandaja indi. "Her yerinde kendi kanın vardı."
Bana iyice yaklaştığında sırtıma, göğsü değdi. Kollarını kollarımın altına geçirerek sol elimi önümde tuttu. "Con'un evine geldiğimizde, ilk gece, yanında değildim." Kaşlarımı çattım. "Oraya geri döndüm. Birinin elinde kıyafetin vardı. Siyah kapüşonlu." Beş parmağımın ucuna da dokundu. "Bu eli, öldükten sonra kıyafetine kilitlenmişti. Ben de hepsini kestim." Parmaklarını parmaklarımın arasından geçirdi. "Sonra düşündüm. Nedenini. Bulduğum sonuçların hepsi, onu parçalamaya devam etme arzumla bitti. Ben de öyle yaptım. Parçalarını gömmedim, kemiklerine kadar kül olana dek yaktım."
"Bana bir şey yapamadı." dedim, diğer elimi kenetlenmiş parmaklarımızda gezdirerek. Beni, daha doğrusu bedenimden çok tavrımı arzulayan tek kişi o adamdı. Diğerleri beni iğrenç bulmuştu. Ama diğerlerinin beni iğrenç bulmasından çok, onun etkilenmesi beni rahatsız etmişti.
Beni bir tek Adrian beğenebilirdi ve isteyebilirdi. Bu yeterliydi.
"Ama yapabilirdi. Seni neden bir an yalnız bırakamayacağımı anlıyor musun?"
"Anlıyorum." Başımı hafifçe salladım. "Ama tuvaleti kabullenemem, Black. Ona son vermen gerek."
"Öyle olsun." diyerek yavaşça geri çekildi.
Tuttuğumun farkında bile olmadığım nefesimi verdim.
Dövmeyi yapacağı yeri temizlerken "Bunun ne anlama geldiğini biliyor musun?" diye sordu, dövmeyi kastederek.
"Biliyorum."
İğnenin ucunun derimi işaretlemeye başladığını hissettim. Ellerimi bacaklarımın arasına sıkıştırarak sabit durdum. Adrian konuştu: "Birimizin ölmesi gerekseydi ve Constantin ile benim aramda seçim yapacak olsaydın, kimi tercih ederdin?"
"Senin yaşamanı."
"O zaman dövmenin ne anlama geldiğini bilmiyorsun."
"Dövme, her şeyden önce Con'u seçmem gerektiğinin hatırlatıcısı. Ama ben hep seni seçerim, Black. Con bunu biliyor. Söylememe bile gerek yok. Bu anlaşma, bizim için özgürlük demek. Sen... Haklıydın." Küçük harflerin enseme özenle işlendiğini hissediyordum. "Buradaki kötü adam kim bilmiyorum ama Con değil."
![](https://img.wattpad.com/cover/342004597-288-k352661.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
şiddetli takıntı
General Fiction(0.5) Estelle White, Adrian Black'in takıntısıydı. Asla bünyesinden atamadığı, çocukluğundan beri bırakamadığı, zarar veren bir bağımlılıktı. Adrian, bunun ölene kadar süreceğini biliyordu. Bilmediği şey ise, Estelle'in de ona takıntılı olduğuydu.