🎶 You Don't Own Me - Tamino 🎶
İyi okumalar.
Küçük kahve makinesinin sesi, benimkinden başka bir nefes sesine karışıyordu uzun zamandır diğer birçok günün başlangıcı gibi. Su damlalarından bir parça gibi buhar olup diğerlerinin arasına karıştığım düşüncesi filizlendi aklımda. Diğer önemsizlik ve sıradanlıklar arasında döngüye karışıp gitmek bir an için keyiflendirdi beni. Günümün ilk küçük mutluluğu buydu. Devam etsin istediğim sırada tezgâhın kenarında birbirlerinin peşi sıra ilerleyen üç karınca çarptı gözüme. Karıncaların burada ne aradığı bir an için düşüncelerimi dağıtsa da sanki onların küçücük kafalarının içindeymişim gibi sol tarafımdaki bu devasa varlığa şöyle bir bakıp yoluma devam ediyordum. Bulduğum çatlaktan sıyrılıp bu gri hissettiren odadan sanki hiçbir önemi yokmuş gibi çıkmış ve ardımda ne varsa bırakmıştım. Artık biraz rahat nefes alabilirdim.
Suyun kaynadığını haber veren ses ile tekrardan odanın içindeydim. Sayıları az olduğu için pek üstünde durmasam da tezgâhta kırıntı olup olmadığını kontrol ettim. Görünürde bir şey yok gibiydi. Dolaptan çıkardığım bordo renkteki plastik bardağa dumanı tüten suyu yavaşça doldurduktan sonra içine bir çay poşeti atarak odanın diğer köşesindeki koltuğa yöneldim. Onu kontrol ettiğimde hâlâ uyuyordu. Bunu pek sık yapmazdı. Genelde işini bitirdikten sonra giderdi. Gece normale nazaran epey erken bir saatte gelmiş olmasına rağmen hâlâ uyuyordu ve bu sinirime dokunmaya başlamıştı. Yanımda uyumasından nefret ediyordum. Günüme onun hırıltılı nefeslerini duyarak başlamaktan da nefret ediyordum. Daha ne kadar uyuyacağını merak ettim. Bir an önce kalkıp gitmeliydi. Onu ben uyandıramazdım, sinirlenirdi. Sinirlenmesi yetmezmiş gibi bana dokunmaya kalkabilirdi. Bunu geç saatlerde yapması son 6 senemin artık bana alıştırdığı bir ruh haliydi fakat sabahları ya da farklı saatlerde bu üstümde daha büyük bir etki bırakıyordu. Sanki buradaki ilk günlerimmiş de buradan elbet kurtulacakmışım gibi. Getirdiği tiksinti daha baskındı. Umudu ise hissetmeyeli çok olmuştu.
Çayımdan bir yudum aldım. Bir gün buradan çıksam ne olurdu? Uyanık olduğum her saat ya da onun pis ellerini bedenimde hissettiğim her dakika bunu düşünürdüm. Zamanla; aylar, seneler geçtikçe kurduğum hayallerin ve aklıma gelen olasılıkların iyimserliği kaybolmuştu tabii ki. Sanırım kendime olan inancımı da bir yandan yitirdiğim içindi. Ona karşı koyamadığım, buradan kurtulmamda başarısız olan her denememde dışarıdaki olası hayatlarım içinde de kendimi pek iyi konumlandıramıyordum.
İçimde kalan en canlı şey merak duygusuydu. Aileme, arkadaşlarıma karşı olan. Nasıllardır? Annem, babam iyi midir? Çok üzülüyorlar mıdır? Ablam hayallerini gerçekleştirmiş, güçlü bir kadın olup çıkmış mıdır? Bu olasılık hep yüzüme bir gülümseme kondurur. Arkadaşlarım beni nasıl hatırlıyordur acaba? Silinip gitmiş miyimdir onlar için? Yekta için? Leyla'nın benim onu özlediğim gibi özlediğini biliyorum. Yine de içimde bir korku var. Bencil bir korku. Burada olduğumu bilmeseler bile yaşadığıma inansınlar, hayatlarına ölmüş olduğumu kabullenerek devam etmesinler istiyordum. Onlar için daha kolay olurdu, bunu kabul ediyorum. Yine de vazgeçilen olduğum ihtimali kalbimi kırıyordu.
Çayımı neredeyse yarıladığımda yataktan gelen gıcırdama sesleriyle kafamı çevirip oturuşumu düzelttim. Gözüne batmak, aklına herhangi bir şey getirmek en son isteyeceğim şeydi. "Günaydın." Avucunun içiyle gözünü ovuşturuşunu izledim, kalkıp odanın diğer ucundaki yatağın karşısında duran tuvalete yönelip bir yandan kasıklarını kaşıyarak yine plastik kapağını kaldırışını.
"Günaydın." Mırıldanmışım gibiydi daha çok. Boğazımı temizleme ihtiyacı duydum. O işini hallederken bardaktaki çayı izliyordum. Defolup gitmesi için o kadar sabırsızdım ki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PİNHAN
Mystery / ThrillerSaye Erarslan, 16 yaşında okuldan evine döndüğü bir akşam üstü hayatının yönünü değiştirecek bir adamla karşılaşmıştı. Yardım eli uzattığı bu yaşlı adam, aslında kabusun ete kemiğe bürünmüş haliydi. O gün, dünyasından koparılarak altı uzun yıl boyun...