5. Bölüm: Puslu Kollar ve Hatırdaki Kucak

16 1 0
                                    

🎶Time in a Bottle - Jim Croce🎶

İyi okumalar.

Uyanıyorum, alçısı yer yer soyulmuş tanıdık tavan karşılıyor beni. Odanın lambasının ışığı her zamankinden daha soluk olduğu için oluşan bu loş ambiyans iliklerime işlercesine kasvetli. Yerimden kalkmak adına bir adım atmazken odaya bakmak için kafamı çeviriyorum yattığım yerde. Eskimiş mavi kumaşıyla senelerdir yerinde durduğu gibi önündeki kahverengi masa eşlik ediyor gördüğüm koltuğa. Dün içip de orada bıraktığım beyaz plastik bardak varlığını ve konumumu tekrar hatırlatıyor. Fark ediyorum ki, ininde ölmeyi beklediğim canavar buradan hiç uzaklaşmamış. Neredeyse her gece olduğu gibi gelmeye devam etmiş. Onu günlerce beklediğim yanılgısı neyin nesiydi peki? Bir radyoyla çıkageldiği? Bunlar hiç yaşanmamıştı. Ben onu hiç ölmesini dileyerek yaralamamıştım, onu yenememiş, o anahtarları alamamıştım. Ben odadan hiç çıkmamıştım.

Işık bana acı çektirmek istermiş gibi gidip geliyor, söneceğinin haberini verircesine uyarıyor beni. Uyarılar beni her zaman olduğu gibi endişeye sürüklemiyor. Yaşayacağım karanlık, aydınlıkta önüme sunulanlardan daha korkunç görünmüyor gözüme. O karanlığın bedenimi esir aldığı gibi zihnimi de parangalarına vurmasını diliyorum en içten dileklerimle. Tek istediğim, bir daha bu aydınlığa gözümü açmamak.

Beklediğim olmuyor, lamba yanmaya devam ediyor. Aydınlık kuvvetlenmezken zihnim keskinleşiyor, bir yandan bulanıyor da. Ne zaman gerçekleştiğini bilmesem de bir anda üstümde beliriyor canavar. Yüzünü seçemesem de hırıltılı nefesi ve soğuk elleri üzerimde. Üstümdeki baskısını arttırıyor. Hareket edemiyorum.

Uyandığımda ilk hissettiğim şey yanaklarımdaki ıslaklık. Baskı hala üstümdeki etkisini korumaya devam etse de biliyorum, bu sadece bir rüyaydı. Evet, hastane kokusu keskindi. Bu, odanın içindeyken hayal edemeyeceğim kadar yoğun bir kokuydu. Gerçek, buydu. Kalkmalıydım. Hareket etmek için üstün bir çaba gösterdiğimde, ayak baş parmağımı hareket ettirebilmek çekip çıkarıyor sanki beni hala içinde olduğum psikolojiden. Hızla doğrulduğumda, odanın ve kafamın içindeki sessizlikler beni sağır edebilecek ölçüde.

Kafamı çevirdiğimde annemin yanı başımdaki koltukta başını eline koymuş uyuyor olduğunu gördüm. Babamın nerede olduğunu ve saati merak ettim. En son ablam gelecekti, beni uyandırmadıklarına göre uzun bir süre geçmemişti sanırım. Arkamda olduğunu hatırladığım duvar saatiyle yanılmadığımı gördüm. 06.19'u gösteriyordu. Uyuyalı bir saat olmamıştı sanırım. Duvar saatine bakarken zihnimde dolaşan anılarla gözlerimin daldığını birkaç saniye sonra fark ettiğimde kendime gelmek için gözlerimi kırpıştırdım. Hava almam gerekiyordu. Yerdeki hasta terliklerini ayağıma geçirirken sessiz olmaya özen göstererek odanın kapısını açarak dışarıya çıktım. Koridordaki danışman masasının arkasındaki odadan iki kadının boğuk konuşma sesleri geliyordu fakat onun dışında kimse yok gibiydi. Biraz ilerlediğimde düşüncemi yanıltmak istermiş gibi sebilin orada bir polis gördüm. Benim için burada olduğunu anlamak zor değildi. Adımlarımı hızlandırarak bahçeye inmek adına asansöre bindim. Başıma gelebilecek hiçbir şeyi düşünmek istemiyordum, tek ihtiyacım olan temiz havaydı.

Hastane saatler önce girdiğimden daha sakindi, ilerlediğim koridorda görünürde bir ben vardım. Duvarın önünde ve arkasında sessizlik ama acı içindeki ruhları düşündüm. Sorun yok, diye hatırlattım kendime. Daha kötüsü olmayacak. Giriş kata ulaştığımda tabelalar yardımıyla bahçe çıkışını bulabilmiştim. Aydınlanmaya başlayan gökyüzüyle beraber gözlerim hafifçe yanmış ve yaşarmıştı. Onları sıkıca kapatıp açarken alışmak için zaman tanıdım kendime. O sırada yüzüme çarpan hava da duyularımı keskinleştirmiş gibiydi. Sıklıkla kabus görüyordum fakat bu seferkinin inandırıcılığı beni gafil avlamıştı. Rüya içinde uyandığını görmek insanın dengesini allak bullak ediyordu.

PİNHANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin