Şans

41 4 0
                                    

''Her şerde bir hayır vardır.'' Sözüne bu kadar bağlanmak beni şere götüren şey miydi? Yoksa mutlak iyiliğe ulaşmak için çabalamama mı yol açıyordu?

''Güvenli alan'' demek şu anda yemek yiyebildiğin, nefes alabildiğin, savaşmadığın, öldürmek zorunda olmadığın bir alan anlamına geliyor. Keşke hep böyle kalsa diye güne gözlerini açanlar ile yaşıyorum. Belki de bende böyle düşünmeliyim. Sonunda dış dünyadan kendini izole etmiş bir toplumda eskisi gibi yaşıyoruz. Eskisi gibi...

Sorun da bu değil mi? Ne değiştirdi bu salgın bizde? Onları göremiyoruz diye, onları öldürmüyoruz, onlar bizi öldürmüyor diye güvende mi oluyoruz?

Her gün sanki bu soruların cevabını bulabilecekmişim umuduyla kalkıyorum yataktan. Bazen de kendime kızıyorum. Onlarla savaşmanın komik ya da eğlenceli olduğunu düşünen ergenler gibi hissediyorum kendimi. Daha sonra odamdan çıkınca bu düşünce biranlığına kayboluyor.

Odamdan dışarı çıktığımda dünyanın şu anki halini görebiliyorum. Kahvaltı sırası, işe gitmek için hazırlanan insanlar, okula giden öğrenciler.
Kahvaltı yapmadan üniformamı giymek için odama geri giriyorum, artık her şey bir rutinmiş gibi.

Annem sadece bana bakıyor. Güvende olmaktan dolayı şükürsüz olduğumu yüzüme vuruyor. Daha sonra babamın sesi odayı kaplıyor.
''İyi dersler. Dikkatli olmanı gerektirecek herhangi bir belaya bulaşma,'' diyerek başımdan öpüyor.

Ona gülümserken yine aklımda birden fazla düşünce dolanıyor. Babam inşaat ustası ve bunu para almak için yapıyor. Ne kadar da normal değil mi?

Fakat bu 5 yıl öncesine kadar normal değildi. Bunu korunmak, barınmak için yapardık.

Ve yine düşüncelerimi annemin sözleri bölüyor. ''Biraz yüzün gülsün.''

Ardından tekrar günün o saati. En azından ailem yaşıyor, onlarla savaşmak zorunda değiller ve mutlular. Evet en azından...

Üniformamı yüzümdeki tebessümle giyip okulun yolunu tutuyorum.
En son okula gittiğimde liseye yeni başlayacaktım. Şu an ise yaşım gereği üniversiteli olmalıyım.

Bu sistemdeki değişiklik işime yaramıyor değil. En azından yapabileceksen sana istediğin dersleri veriyorlar. Ne yapabiliyorsan o. Ne istiyorsan o.

Hiçbir şey yapamıyorum. Ne insanları iyileştirebiliyorum, ne onlara ev verebiliyorum, ne de adalete inanıyorum. İnsanlara bir şey öğretmek istemiyorum. Öyleyse benim ne yapıyor olmam gerekiyor. Yemekhaneci mi, yıkamacı mı?

Tohumlar bulunmadan, hayvanlarımız olmadan önce dışarıya çıkmak için bir şansımız vardı. Erzak toplamak. Sadece bu kişilere silah verirlerdi. Ben işimin bunlardan biri olacağını sanmıştım. Ama şu an Başkan'dan başkası dışarıya çıkamıyor. Onun yerine geçmek istemem, himayesi altında çalışmaksa hiç.

Sınıfta yerimi aldığımda hiç değişmemiş o insanlara bakıyorum. Bu dersi sevdiğimden şu saatlere katlanıyorum. Yoksa yemekhaneci olmak bile kulağa daha iyi geliyor. En azıdan şu durumda.

''Böyle büyük bir salgında hayatta kalmış olmak ve büyük bir ihtimal ile en güvenilir alanda yaşıyor olmak nasıl hissettiriyor?''

Evet, düşünce alışverişi saati yani konuşarak insanları düzeltebileceğim düşündüğüm tek saat. Sonu tartışmalarla bitecek olsa bile deneyebileceğim tek şey.

''Buraya gelmeseydim de hayatta kalacağım için çok bir şey hissedemedim ben hocam,'' Dedi arka sırada oturan Ben.

Ben'in babası burayı salgından önce bulmuştu bile. Yani ailesinde onlardan birinin yanından geçmiş bir kişi bile yoktu. Böyle ahmakça konuşması çok doğaldı.

''Burası çökünce yem olarak kullanılacak birisi gibi konuştun.''

''Lily. Lütfen komik değil.''

Emily'nin uyarısıyla hala mizah yapıyor olduğumu sandıklarını anladım.

Hoca beni uyarmak yerine cümlemdeki başka bir ayrıntıya takılmışsa benziyordu.
''Çökünce mi?'' diye sordu. ''Buranın yeterince güçlü olmadığını mı düşünüyorsun.''

''Dünyadaki hiçbir şey sonsuza kadar sürmez. Doğaya aykırı.''

Ben yine kendi kendine konuşmasının sesini biraz fazla açmıştı ki bu onun en büyük oyuncağıydı.

''Lily'i bu zamanların filozofu olarak anarız artık. Başı boşlar da onun sözlerini ezberlemek zorunda kalır.''

''Ya da başka bir sıfatla anarsınız,'' Dedim en kısık sesle.

''Ne demek istiyorsun Lily. Biraz daha konuyu açar mısın?''

O soru, evet o soru sonunda.

''İnsanlar birbirine yardım ediyor. O bir diğerini doyuruyor, o kişi ise ona ev yapıyor ki yaşayabilsin. Herkes birer uyum içindeyse neden hala parayı kullanıyoruz. Neden hala her ay fatura dertlerinden yakınıyoruz. Neden benim babam burası için çok uğraş verirken para düşünüyor fakat diğeri bizi yönetiyor diye bunları düşünmüyor.''

Bir cevap almak için değil, birilerinin 'Evet doğru,' demesi için saatlerce bunu anlatabilirdim fakat yine de...

Sesini kıyametten kıyamete duyabileceğiniz o şahıs olan Chris kafasını salladı. Dudaklarından 'Doğru' dediğini duyabiliyorum ya da kendimi kandırıyorum.
Emily hoca ile birlikte benim sözlerimi çürütmenin yollarını arıyor ve bir anda arkasını dönüyor.

''Evindeki elektrik nereden geliyor sanıyorsun? Onun için insanlar uğraşıyor eskisi gibi internet mi var sanıyorsun? Her şeyi insanlar yapıyor.''

Emily'nin bu sözleri onun ne kadar cahil olduğunu kanıtlıyordu.

''Diğer işleri kim yapıyor acaba?''

Bu sözden sonra ilgimi çeken tek şey Chris'in sırıtışı oldu.

Zilin çalmasıyla da sınıftan ilk çıkan o oldu. ''Herkesin uğraşacak işleri var. Zorluk seviyesi yok ama maaş seviyesi var.''

Chris sanırsam insanlardan yanıt beklemiyordu. Sadece sözünü söyleyip kulaklarını kapatmak istiyordu. Belki de mantıklıydı çünkü sınıfın çoğunluğundan duyduğum şey saçmalıktan başka bir şey değildi.

En iyisi sınıftan çıkmak olucaktı. Fakat ya geleceğimiz. Hayat böyle devam mı edecekti? Bunu değiştirmek bu kadar zor muydu?

Bunu değiştirmek kimin elinde?

ONLAR GERİ DÖNMÜYORLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin