Jefferson ile sandığımdan fazla iyi br takım olduk. Planlamada iyi olduğumuz bariz ortadaydı. Aynı amaç doğrultusunda gitmemiz de iyi bir nokta koyuyordu.
Plan olduğundan basit gibi duruyordu fakat bunun için birkaç kişiye ihtiyacımız vardı.
İnsanlar şu durumda her şeyden daha da fazla korkar durumdaydı ve en çok korktukları da dışarıdakilerdi. Kafamdaki plan onların korkudan dolayı evet demelerini sağlamaktı.
Alanın hastane bölümünün tek bir katı şu anlık işimize yarıyor gibiydi. ''2020 covid salgını gibi bir şey mi?'' diye sordu Mara.
Kafa salladım fakat bu cevap ona yetmemiş gibiydi, daha da yakınıma girdi. ''Dışarıdakiler bunun kaç katı büyüklüğünde. Küçük bir nezle onları korkutamaz.''
Mara haklı değildi. Çünkü hastalıkların belirli bir aşaması yoktur. Hele ki bu yeni bir hastalıksa hiç yoktur. İnsanlar sonunu bilmedikleri için korkacaklardır.
Hastane bölgesinin son katında kalan sadece 2 hasta vardı. Yatmaktan başka hiçbir şey yapmayan hastalar. Diğer 8 odaya sırayla hastalar yerleştirilecek bu insanlar en sosyal kişilerden olacak.
İlk gün okul bölgesinden bir kız hapşırmaya ve öksürmeye başlayacaktı.
Her şey olması gerektiği gibiydi. Hoca onu odasına yollayacak ve klasik bir nezle düşüncesi olacaktı. Daha sonra bu salgın iş tarafına da gidecekti ve o duyuru gelecek.''Hastane bölgesi dönüp taşıyor.''
İnsanlar ufaktan telaşa kapıldığında Başkan tabii ki de rahattı. Son hamle, onu ayağa kaldıracaktı.
Karabiber hamlesiyle tek bir hapşırık onu da telaş ettirdi ve olan oldu. Hastane bölgesine Başkan tescil etti.
''Oğlumu bu hastaların arasına alamazsınız.'' Jefferson karantina kıyafetleri içerisinde ona bakıyordu.
''Başkanım şu an yapabileceğimiz tek şey dinlenmek. Onları bir arada tutmalıyız ki diğerleri bundan etkilenmesin.''
''Diğerleri mi? Beni güldürmeyin. Oğlumla onları bir mi tutuyorsunuz. O olmazsa buranın geleceği ne olacak?''Başkanın bu sinirli hali beni ne kadar mutlu etse de bir o kadar sinirlendirmişti de. ''Saltanata mı karar verdiniz?''
Başkan cevaplamadan Jefferson araya girip bakışlarıyla beni durduruyor.
''Elimizde yeteri kadar ilaç yok efendim. Bu salgını durduramaya biliriz,'' diye ortaya Bayan Smith atıldı.
Başkan etrafına baktı. Çaresizlik Çin'de kurduğu o son cümle ''Dışarıda bulabilir misiniz oldu?''
Bayan Smith gülümsemesini saklarken ben Jefferson'a bakıyordum. Onlar konuşmalara başlarken arada düzeltmem gereken bir yer olduğunu fark ettim.
''Bizim de gitmemiz gerekiyor. Böyle ilaçların belirli isimleri olmaz.''
Sonuçta şu an ne sıksam inanacak bir adama karşı konuşmak çok daha iyiydi.
Sonunda karar verildiğinde Jefferson beni sahneye doğru götürdü. ''Dışarıda hayatta kalmak için her gün bu kadar heyecanlanmayacaksın. Ona göre davran.''
Duvarda asılı olan kılıcı aldım. Üstüne baktım. ''Artık buna Lily yazmamız gerekecek.'' Jefferson sadece güldü.
Klasik şarkılardan biri çalarken ritme göre kılıcı kullanmaya başladım. Belli bir dakikadan sonra Jefferson da kılıcını aldı ve arkama geçti. Sol eliyle kılıcı kullanırken diğer eliyle sol kolumu tuttu. O an onu unuttuğumu fark ettim. Sol elimin hareket etmemesi gerekiyordu. Yoksa sakarlığım hayatımın sonu olacaktı.
Hem kendimi geliştirmeye hem de heyecanımı içimde tutmaya çalışıyordum.
Sürekli yön deşiştiriyorduk ve asla birbirimizden ayrı kalmıyorduk. ''Gerçekten de dışarıda da mı böyle kalacağız.''
''Sadece akanı kollaman gerektiğinde.'' Arkamı kollamam gerektiğinde.
Sonunda o an geldiğinde kıyafetleri giyip dışarı çıkmaya hazırlandık. Bayan Smith, ''İlaçları en iyi Jefferson biliyor, Lily de laboratuvarda önemli bir rol almıyor'' demişti. Bizim gitmemiz için çabalarken.
Ne kadar gitmek istesem de beni neden götürdüklerini anlamamıştım. Jefferson'un onlarla tam olarak ne konuştuğunu bilmemek beni daha da meraklandırıyordu fakat bir şey söyleyip bu büyülü anı bölmek istemiyordum. Üstelik Başkan'ın yüzündeki endişe, iyi düşünmemesine yol açıyordu.
Dışarıya çıktığımız anda yüzümüze soğuk bir rüzgar esti. O an küçükken kar topu oynamak için babamı ikna edişim aklıma geldi. Aynı histi. Savaş için dışarı çıkmak ve bunun için aşırı heyecanlı olmak.
Taa ki babamın o aşırı büyük kartopu yapışını görene kadar. Caddelerden birinde onlardan vardı. Uzaktaydı fakat kendini belli ediyordu. Jefferson bana dönüp. ''Gitmeliyiz,'' dedi.
Mermi yetersizliğinden bize silah vermemişlerdi ki bunun zararları hakkında birçok ders görmem kendini onaylıyordu.
Son bir kez üstünde 'Lily' yazan o kılıca baktım ve elime aldım. Cadde sandığımdan sakindi. Onlardan çok daha fazlasını hayal etmiştim. O sırada belki de yavaş yavaş bitiyordur diye düşündüm taa ki ara sokaktan birisi beni fark edene kadar. İnsan adımlarından biraz daha hızlıydı. Yüzünü kesmem gerekiyordu, bunu için kılıcı ona doğru tuttum ve bekledim. Jefferson bana bakıyordu, güveniyordu fakat o da kılıcını hazırlamıştı.
''Öldürmen gerekiyorsa öldür. Bu olmak zorunda değil,'' diye tembihledi.
Zaten sonuç ne olursa olsun bana artı puan kazandıracaktı. Neredeyse dibime gelmişti, kötü kokudan dolayı kafamı iki saniyeliğine geriye attım. Ölülerin nasıl kokması gerektiğini düşündüğümü bilmiyordum ama tahmin ettiğim koku bu değildi.
Kılıcı keskin tek bir haraketle yukarıya kaldırdım. Paslı çelik hızla hedefe doğru yöneldi ve onun boynunu kesti. Kafası bedeninden ayrılırken bile ağzının oynadığı görülebiliyordu.
Kılıcımı temizlerken Jefferson'un bana doğru baktığını gördüm. Üstümüze kanın bulaşmaması en güzel ayrıntılardandı. Artık kanı olmayan varlıklar sandığımız kadar güçlü değillerdi.
Sıradaki istikamet sıradan bir eczane olmalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ONLAR GERİ DÖNMÜYORLAR
Science-FictionOnlardan önce başladığımız, doğduğumuz yeri seçemiyorduk ve buna kader diyorduk. Artık elimizde bir şans varken de 'eskiyi tekrar inşa edelim' mi diyorsunuz? ''Hayatta kalmaya bak. Böyle bir salgından sonra nefes alıyor olduğun her saniye için mutl...