Birilerinin sürekli sizin üzerinize bakarken yakalanmak ve niyetlerini anlamak tuhaf bir hissiyat yaratıyordu.Herkesin gözlerinden yaşlar aktığı bir yerde, onları yas sürecinden çekip uzaklaştırmaya çalışan kişi bendim. Haliyle gerçek hislerimi merak ediyorlardı.
Bunu kendime ne kadar hazırlamış olsam da, kendimle baş başa kalmak için bir bakkala girdim. Kimse beni durdurmuyordu. Herkesin markette bir şey bulamayacağımızı bildiğini biliyorlardı.
Reyonlardan birinin yakınına oturdum. Bu iş güce bakmıyordu; depremler bu tür olaylara 'şans' derdi. Elimdeki kılıç bu durumdan kurtaramazdı. O anda katmanlı bir yapıda olmanın getirdiği bir avantajdı bu. Ayrıca, kendimi buraya gelmek istemediğim şeyden koruyamamıştım. Yani en başından beri bunun olacağını biliyordum.
Bu sırada kill sayımı saymadığım aklıma geldi, bu beni anlık gülümsetmeye yetmişti. Ancak aklımda sadece bir kişi vardı, onu asla unutmayacaktım. Ne kadar onları öldürmeye benzese de farklıydı.
İnsanları canavarlardan ayıran tek şeydi. Konuşabilirdi, kan dökebilirdi, gözünün içine bakabilirdi.
Yüzümdeki yaşları sildiğimde ayağa kalktım. Asıl amacımızın hayatta kalmak olduğu dakikalara doğru yürüdüm.
"Hava soğuk değil. Oradaki çadırlara bir şey olmamış gibi görünüyor," dedi ve elindeki çadırları işaret etti.
Bu mantıklı bir fikir gibi görünüyordu. Evler güvenli değildi, hem onlar hem de depremler yüzünden.
Ben hala kendine gelememişti. Bana bakıyordu, kan dolu gözleriyle bir şeyler anlatmaya çalışıyordu, ama hayatta kalmak için bunu yapmam gerekiyordu.
Kendimi böyle sözlerle avuturken Ben'e bakmamaya çalıştım.
Ormana benzeyen tek alanda kamp kurmaya başladık. "Nöbetçi sırası kurmamız gerekecek."
"Ben olurum, siz uyuyun," diye ortaya attı Ben.
Chris, yüzümdeki ifadeyi görmüştü. Ben'e güvenmek mi?
"Olabileceğiniz kadar çok odun toplayın, onları alanımıza girmemeleri için kullanabiliriz," dedi Chris.
Ben ne kadar bunu kişisel algılarsam da, Chris hayatta kalmak için gereken şeyleri biliyordu. Onu hiç bu kadar konuşkan görmemiştim.
Bıçaklarla odunları keserken Jefferson ile göz göze geldim.
"Her şeyin buraya geleceğini önceden görmüştük, değil mi?" dedi.
O sadece kafa salladı. Bu sözler Emily'ye bir şey hatırlattı.
"Evet, derslerde sürekli alanın yıkılacağını söylüyordun. Bir suikast mıydı yoksa güzel bir öngörü mü?"
Emily'nin bu önerisi Ben'i ayağa kaldırmıştı.
"Doğa zinciri benim suçum değil," dedi Ben. "Hayır, sen bunu sürekli söylüyordun. O kılıç kullanmayı öğreniyordu, diğeri ise silahları çalıyordu. Ne tesadüf ki depremler de Chris'in sürgün edileceği zaman ortaya çıktı."
Ben, kendini bir silah kullanmayı bile bilmeyen bir kişiyi kabul etmek istemiyordu. Daha sonra bu takımda bir lider olmadığını, alınan kararlara herkesin katıldığını anlattı.
Belki Ben'i artık kendi için daha büyük bir düşman olarak görüyordum. Ben'i kendim için bir katil olarak görüyordu. Silahlara gözünü sonunda dikmişti. Bir bıçağı yanına alıp yürümeye başladı.
"2 saat yaşar. Ne dersiniz?" diye sordum.
Jefferson'un sırıtışı kulaklarıma geldi. Emily'nin bakışlarına dikkat etmemiş değildim.
Ona da gitme seçeneği sunulmuştu, ama o daha akıllıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ONLAR GERİ DÖNMÜYORLAR
Science-FictionOnlardan önce başladığımız, doğduğumuz yeri seçemiyorduk ve buna kader diyorduk. Artık elimizde bir şans varken de 'eskiyi tekrar inşa edelim' mi diyorsunuz? ''Hayatta kalmaya bak. Böyle bir salgından sonra nefes alıyor olduğun her saniye için mutl...