Planlar

2 2 0
                                    



Yatakta uzanmak bile düşündürücü gelmeye başlamıştı. Duvara bakıp kendi kendime konuşmaya başladığımda, içimde iki farklı insan yaşadığımı anladım.

Birisi sadece kötülüğe odaklıyken diğeri ise saf iyilik ile besleniyordu.

''Tedaviyi bulmak neden seni rahatsız ediyor ki?'' Diğeri hemen düzeltti.

''Bulma aşamasındayız. Bulmadık.''

''Yani. Ne güzel işte. Sonunda şu alandan kurtulacağız. Hem belki bu görevi de sen alırsın. Teker teker tüm dünyaya enjekte edersiniz.''

Bu saf iyilik beni manipüle etmeye çok yakındı. Fakat mutlak iyilik bundan geçmiyordu.

''Sonsuza kadar onlarla yaşamak istemiyoruz zaten. Şu durumda eskiye dönmemiz saçma olur.''

Evet, bu daha da haklıydı. Artık ki - yine düşüncelere daldığımda beni kendime getirdi.

''Senin mutluluğun aslında tüm dünyanın mutluluğu. Yani kötülüğü destekleyenler aslında insanlar. 'Onlar' da bu yüzden gelmediler mi? Sadece birkaç kişinin feda edilmesi gerekiyor.'' ''Ayin gibi.''

''Evet, aynı ayinler gibi. Yaşam karşılığında yaşam.''

Bu sefer müzik laboratuvardan geliyordu. Çünkü parti havası orada yaşanıyordu. Aynı mutlulukla dans ederek içeri girdim. Mara benim geldiğimi görünce hemen yanıma geldi, elimden tutarak beni diğerlerinin arasına götürdü.

O dans esnasında herkese gözle baktım. Oradakiler ne olursa olsun ölmezlerdi. Yani kastedilen feda bu odadan çıkmayacaktı. Yani planım ne olursa olsun bu oda sınırlarındaki kimseyi incitmeyecekti. Çünkü gücüm onları korumaya yetecekti.

Laboratuvardaki olayları sıraya koyduktan sonra Jefferson'un arkasından sahneye doğru gittim.

''Bu demek oluyor ki artık sadece dans edeceğiz.''

Kafa sallayarak cevabını verdi. Kılıcını getirdiğinde soruları yönelttim.

''Dünyada en çok neyi özledin?''

''Neyi mi özledim? Özlenilecek bir şey yok.''

Bu yanıt beni biraz düşündürdü. Hareketleri uygularken aynı soruyu bana sordu.

''Sen neyi özlüyorsun?''

''Özlemim... sabah trafiği, trafikteki haksızlık, okul zamanları, saygısız öğrenciler ve öğretimciler, adam kayırma, son ödeme günü gelmiş faturalar, vazgeçtiğim hayallerim, iğrenç arkadaşlıklar, sevimsiz ilişkiler.''

''Sanırım hiçbir şeyi özlemiyorum.''

Jefferson'ın harareti hızlandığında bir şeyler olduğunu anlamıştım.

''Dışarıda seni öldürmeye yemin etmiş varlıklar var ama en azından onlara karşılık vermek seni suçlu yapmıyor.''

Duraksayan bakışlarımdan ne demek istediğini anlamadığımı anlamış gibiydi.

''Dünya da bunların insan versiyonu vardı. Ve bu modellere en küçük çıkışmak bile seni suçlu yapardı çünkü herkesin hakkı vardı.''

Sanırım şu konuşmanın bu olayını sevmiştim. Jefferson konuştuğunda gerçekten konuşuyordu. Benim gibi düşünüyordu fakat amacı beni iyi hissettirmek değil de ne kadar doğru düşündüğümü kanıtlamak gibiydi.

Sanırım onu - onunla olan konuşmalarımı bu yüzden seviyordum. Ayna gibi geliyordu bana.

Yine ben bunları düşünürken bana doğru döndü. ''Ne kadar anlatırsan anlat kimse sana inanmayacak. Kimse dönüp kendini suçlamayacak. Ne yaparsan yap istediğine ulaşamayacaksın. Yani şu hayatta sadece şanslı olmaya bakmalısın. Şansızlara dönüp üzülmek seni bir yere getirmeyecek.''

Jefferson bana bir şey açıklıyormuş gibi gelmişti. Çünkü 'şanslı olmaya bak' sözünde gözü laboratuvara doğru gitmişti.

Kendimi şanslı yapmalıyım. O an bedenimdeki olan değişimi hissedebiliyordum. Jefferson kapıdan çıktığında sahnenin ucuna gidip oturdum.

''Jeff haklı.'' Evet, haklı.

''Ama şansız olan sensin. Ne kadar şanslı olursan ol sürekli o şanssızlık beyninde yaşayacak.''

Doğru. Bu da doğruydu.

Şu kısa zamanda hemen bir şeyler düşünüp uygulamam gerekiyordu. Fakat ne? Planım ne olmalıydı, ya da ne için plan yapmalıydım?

ONLAR GERİ DÖNMÜYORLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin