Polo yaka tişörtümün sırtından çamdan dökülen kozalaklar gibi ter damlaları süzülürken, karıncalanan sırtımı görmezden gelerek kaldırımda durdum. Önünde durduğum yere baktım, camgöbeği mavisi kabuklu böceğe. Çimler ıslaktı, yeni sulanmış taze toprağın kokusu vardı havada. Ağustos böcekleri hâlime güler gibi ötüşüyordu. Bahçeyi geçip beyaz kapının önünde durdum. Yine buradaydım, on sekiz numaranın önünde. İçimdeki isteksizlik öyle büyüktü ki kapıyı çalmak yerine boştaki elimi pantolonumun cebine attım, parmaklarımın arasına bir bozuk para ve sakız kağıdı girdi; öteki elimdeki defteri ve kitapları sıkıca tuttum. Neden ben, diye düşündüm tekrar. Okulda dersleri iyi olan, bir sürü başka iyi çocuk varken neden ben? Oysa ki Choi Beomgyu olabilirdi benim yerime, haftasonlarını huzurevindeki yaşlılara kitap okuyarak geçiren, kalbinin olduğu yerde altın madeni sakladığına inanılan bir oğlandı. Ya da ailesi kiliseye düzenli olarak bağış yapan ismini hatırlamadığım kız da olabilirdi. İntihardan dönen birini hayata rahatça bağlayabilecek kişiydi belki de o. Fakat ben değildim, asla olamazdım.
Kapının üzerindeki kırmızı çiçeklere baktım. İkiye ayrılmış bol sulu greyfurtlar gibi canlıydılar. Elimi yumruk yapıp kapıyı tıklatmak üzereydim ki sanki ensemde açılan üçüncü bir göz, sırtımın birisi tarafından izlenmekte olduğu haberini verdi. Başımı omzumun üzerinden çevirip arkama baktığımda karşı kaldırımdaki iki katlı, erik moru evin ikinci katındaki açık perdenin ardında Yangyang'ı gördüm. Göz göze geldiğimizde hızla geriye çekilip perdeyi örttü. Derin bir soluk verdim. Arkadaşlarına benim Na Jaemin'in evine ikinci kez geldiğimin haberini vermek için çılgına dönmüş olmalıydı.
Kapıyı Dolores açtı. Başında, sincap kürkünü andıran saçlarının arasında kırmızı bir bandana vardı ve bana gülümsedikten sonra alelacele sarıldı. "Hoşgeldin, Jeno! İçeri gel."
Ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdim. Dolores beni beklemeden hızla arkasını dönüp merdivenlerden yukarı çıkınca ve bana hiçbir şey söylemeyince oracıkta kalakaldım. Etrafıma bakındım. Geçen gelişimden bu yana her şey olduğu gibiydi, sarı olduğunu yeniden fark ettiğim duvarlar, duvardaki fotoğraflar, denizkabuklu çerçeve ve beyaz çiçekler; hepsi yağ rengi gündüz ışığıyla yıkanıyordu. İçerisi kurabiye hamuru ve pudra şekeri kokuyordu. Dağılan çakıl taşları uyumsuzluğundaki adımlarımla kokuya ilerledim. Sağ taraftaki mutfağın kapısından eğilip içeriye baktım. Bu kez geçen gelişimdeki derli toplu mutfak yoktu, onun yerine masanın ortasında içi pişmemiş kurabiyelerle dolu bir fırın tepsisi, kırmızı fırın eldiveni, spatula, çırpıcı, yırtılmış vanilya ve şeker paketleri, yumurta kabukları, birbirinin üzerine devrilmiş gibi duruyordu. Lavabonun içinde üst üste sıralanmış kirli tabaklar vardı. Yeşil kapaklı fırının içinden ateşböceğine benzeyen turuncu bir ışık süzülüyordu. Mutfağın bu hâlini daha çok sevdiğimi hissettim, gümüş tepsilere vuran beyaz lamba ışığı olmadığında her şey daha gerçek hissettiriyordu.
"Evet! Jeno geldi!"
Dolores'in sesini duyunca hemen mutfağın önünden ayrılıp sol yanımdaki merdivene yaklaştım. Dolores, merdivenin en başında öylece dikiliyordu. Geçen sefer tüylerimi ürperten bir hissi ketenpere misali sırtıma sokan banyo kapısının önündeydi. Dönüp bana baktı. "Gel, Jeno," dedi, "Kusura bakma, telaşla seni aşağıda unutmuşum." Sonra güldü.
Usul usul basamakları çıktım. Merdiveni kaplayan kahverengi yumuşak halı, beyaz çoraplarımın altında çim gibi eziliyordu. Koridorun başına geldiğimde "Jaemin banyoda," dedi Dolores, "Sen istersen onun odasına geçip bekle. Beş dakikaya çıkar."
"Peki," dedim başımı sallayarak. Kendimi çok tuhaf ve yabancı hissediyordum. Yağmur ormanının ortasına düşmüş gibi. Turuncu ve yeşil boncukları görünce perdeyi elimle çekip içeri girdim. Na Jaemin ortada değilken Na Jaemin'in odasında durmak hayatım boyunca deneyimlediğim en garip şeylerden biri olmuştu. İçeri girince öylece dikildim. Başımı eğip sallanan boncukların arasından baktım ve Dolores'in mavi elbisesiyle turuncu ışıltıların içinde suda dans eden kırpırtılara benzediğini düşündüm. Banyo kapısının önünde durmaya devam ediyordu. Jaemin'in çıkmasını mı bekliyordu? Kolunu kaldırıp bileğindeki ince kordonlu saate baktı. "Jaemin? Çoktan yirmi dakika oldu." Duraksayıp kapıyı tıklattı. "Jaemin?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
vahşi gülüşler, nomin
FanficO akşamdan sonra, alt sokağımızda oturan ve iki kere intihara kalkışan ama ikisinden de sağ çıkan Na Jaemin'e çarşamba ve cuma olmak üzere haftada iki gün ders vermem kararlaştırıldı. Cumartesi günü ise sadece evine gidecek ve vakit geçirecektim; bi...