bölüm 12: yağmurlar

316 32 171
                                    

Çocukken az konuşurdum. Aslında ilk başlarda konuşmayı sevmediğimi zannediyordum fakat işin aslı şuydu: Ne zaman biri bana bir şey söylese, karşılığında vermem gereken cevabı uzunca düşünmem gerekiyordu çünkü sivri kafamın içi birdenbire boşalırdı ve ben ne söylemem gerektiğini düşünürken karşımdaki kişinin çoktan benim aptal olduğuma karar verdiğine inanırdım. Bu da zamanla bendeki konuşma isteğini azalttı. Ve ben az konuşan, içine kapanık, sessiz bir çocuk oldum. Hani ailece bir araya gelinen o uzun akşam yemeklerinde bir köşeye çekilip kendi kendine plastikten oyuncak trenlerle oynayan veya kocaman sayfaları olan dinozorlar hakkındaki kitabı oyuncu bir merakla okuyan. Ben o çocuktum. Konuşmayı beceremezdim, pek eğlenceli değildim, çok az yaramazlık yapar ama çok sık hasta olurdum. Bazen yalnızca annem benimle ilgilensin diye hasta rolü yapardım, babam bunu hemen anlardı, bana gözlüklerinin üstünden kötücül bir bakış atardı. Küçükken atılan bu bakış, yalan söylemek kötü bir şeydir bakışıydı, büyüdükçe herkesin sana acımasını istiyorsun bakışına dönüştü.

Evet, herkesin bana acımasını istiyordum. Çünkü ilgi odağı olmak için elimde bundan başka seçenek yoktu. Sessiz ve kendi hâlinde oynayan çocuk olduğumdan anneme zorluk çıkarmamaya alışmıştım, çünkü bana göre doğrusu buydu. Uslu olmalıydım, büyük bir adam gibi, ciddi olmalıydım. O zaman annem beni doğurduğu için daha az pişman olurdu. Yine de, bazen, şımarık olmayı arzulayan çocuğun istekleri ağır basıyordu ve ben, annemle babamın bütün dikkatini ve şefkatini istediğimden hasta olmuş numarası yapıyordum. Bu role öyle kolay ve çabuk adapte oluyordum ki çoğu zaman kendim bile gerçekten hasta olduğuma inanırdım. Böyle olunca annem mutfaktaki işini bırakıp yanıma gelirdi ve başucumda oturup ateşimi ölçerdi veya o gün arkadaşlarıyla çay partisine gitmek yerine bana uzun uzun banyo yaptırırdı ve babam işten eve geç dönse bile gelirken benim için oyuncak ve meyve alırdı ve oturma odasındaki koltukta beni kucağına oturtup şöyle derdi: Söyle bakalım, Jeno, büyüyünce uzaya mı çıkacaksın yoksa bilim adamı mı olacaksın?

Uzaya çıkacağım, derdim. Hem de buna öyle yürekten inanırdım ki babamın bunu benden önce keşfetmiş olmasına şaşırırdım. Babam uzaya çıkacağımı nereden biliyordu? Benim büyüyünce çok büyük bir adam olacağımı nereden anlamıştı? Sonra şaşılacak bir şey yok derdim kendi kendime, babalar her şeyi bilir. Babalar her şeyi bilmelidir. Benim caddenin başındaki pastanenin pastalarını değil de ucuz ve ağıza yapışan mavi renkli şekerlerini daha çok sevdiğimi bilmelidir, odamın duvarlarını maviye boyamamız gerektiğini ve duvarlara korsan gemileriyle köpek balıkları çıkartmaları yapıştırmamız gerektiğini bilmelidir, benim onu aynanın önünde tıraş olurken izlemeyi sevdiğimi ve onu izlerken büyüyünce kendimin de tıpkı böyle yanaklarıma beyaz köpük sürerek tıraş olacağımı hayal ettiğimi bilmelidir, dünyayı dolaşan adamın belgeselini izlerken ekranda beliren garip yüzlü egzotik hayvanın hangi hayvan olduğunu bilmelidir, hangi şehre hangi yoldan gidilmesi gerektiğini, bizi doğru adrese götüren tünelleri ve alt geçitleri, matematik kitabımdaki dört işlemlerin cevaplarını, eve getirdiği ajandaların ilk sayfalarındaki acil durum telefon numaralarını, bütün araba modellerini, tuttuğu futbol takımındaki her oyuncunun ismini, üniversitedeki arkadaşlarının nereli olduğunu ve her birinin şimdi neler yaptığını bilmelidir. Babalar çok fazla şey bilir. Oğullarının gerçekten hasta olmadığını sadece numara yaptığını, o gün okula gitmek istemediğini, dolaptaki şarabı kaşla göz arasında aşırdığını, aynanın önündeki parfümünü sıktığını, yeni ayakkabı almak istediğini, dün akşam, hayır dün gece, bir kızla kulübede kaçamak yaptığını bilir. Ama hiçbir şey söylemezler. Çünkü babalar az konuşur, az konuşmalıdır. Ciddi ve akıllı olmalıdırlar, gerektiğinde cevap vermelidirler, sürekli konuşmak yerine başlarını gazeteye eğip sigara içerken cinayet ve politika haberleri okumalıdırlar, sohbet etmek yerine televizyonu yüksek seste seyretmelidirler, her şeyi anlatmamalıdırlar, günlerinin nasıl geçtiğinden ve kendilerinin nasıl olduğundan bahsetmemelidirler ve çocuklarıyla karılarına nasıl olduklarını ve günlerinin nasıl geçtiğini sormamalıdırlar.

vahşi gülüşler, nomin Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin