bölüm 6: masallar

446 42 117
                                    

Yıllar sonra bir akşamüstü, o evi görmeye gittim. Artık sokağın yarısı yeni yapılmış apartmanlarla dolmuştu. Ve önlerinde park edilmiş birer ikişer arabalar, Opel'ler, Volkswagen'ler ve Fiat'lar vardı. Eskiden sokağımıza park edilen toplam iki ya da üç araba olurdu, bunlardan biri babamın gri Peugeot'suydu, aynasından küçük turuncu bir tavşan oyuncağının ve her zaman gittiği benzin istasyonunun reklamını taşıyan parfümlü bir kartın sallandığı, çocukken hayran olduğum araba. Şimdi ev duruyordu ama araba yoktu, onun yerine başka arabalar vardı. Bayan Güvercin'in köşedeki ahşap kaplamalı evi yıkılıp yerine iki yeni apartman yapılalı çok olmuştu. Ben ise bilmem neden, buraya geri dönmüştüm.

Sokak eskisinden dardı, apartmanların önünde yürüyecek yer kalsın diye kaldırımları genişletmişlerdi ve eskisine hiç benzemeyen kilit taşlar döşemişlerdi. Kim Minjeong'un evinin yerine alt katında eczane olan, dört katlı, garip fıstıki yeşil renginde bir apartman dikmişlerdi ve çatısı güneş enerjisi tankları ve antenlerle doluydu. Tıpkı diğer apartmanlar gibi ve onların üzerindeki, kaba bir elin çirkin el yazısı misali birbirine karışan diğer çanak antenler ve kablolar ve teller gibi.

Evimizin, eskiden bizim olan evimizin önünde durduğumda sağ elimde bir evrak çantası tutuyordum sıkıca. Kaldırımda öylece durup ceplerimi karıştırdıktan sonra sigara paketimden çıkardığım bir dal sigarayı yaktım. Sonra sırtımı yandaki apartmanın taş duvarına dayayıp sanki birini bekliyormuşum gibi kol saatime baktım. Sonra sigaramdan bir iki nefes. Garip görünmek istemiyordum. Belki meraklı birkaç apartman sakini beni görüp kim olduğumu sorabilirdi. Kim olduğumu bilirsem belki cevap verirdim.

Akşam olmak üzereydi. İş çıkış saati: Köşedeki turuncu apartmana bebek arabası süren bir anne girdi, onun hemen ardından okul kıyafetli bir çocukla bir baba. Önümden bisiklet süren iki liseli geçti, üzerlerinde erkek lisesinin değişmeyen forması. Midemden yukarı tırmanan göz yaşartıcı hisle başımı öte yana çevirdim. Eve baktım. Eskiden lila olan duvarları (annem o rengi özenle seçmişti, ben lila diyordum ama leylak rengi gibi bir şey yazıyordu galiba boyayı seçtiği renk kataloğunda) şimdi dümdüz krem bir renkteydi. Merdivenin mermer basamaklarını söküp yerine beton dökmüşlerdi; aslan heykelinin, çiçek saksılarının ve sol taraftaki gıcırtılı salıncağın yerinde yeller esiyordu. Küçük atölyemi sığdırdığım kulübe de orada değildi artık, hatta kulübenin olduğu taraf tamamen yan apartmanın bahçesine katılmıştı, bu yüzden bizim eski evimizin geniş bahçesinden geriye şimdi ufacık bir dörtgen alan kalmıştı. Çamurlu ve yosun yeşili. Kışın acımasız hoyratlığına uğramış soğuk, bakımsız ve çıplak dallı ağaçlar, yaşlı birer hayalet gibi kaldırıma doğru eğiliyordu. Beni tanıyanlar vardı aralarında fakat yüzüme bakıp selam veremeyecek kadar yorgun ve yabancıydılar artık.

Gözlerimi diktiğim evin üst katındaki lamba aniden yanınca irkildim. Sanki bir an pencereden annemin yüzünü göreceğimi sandım ama içeride oturan yabancı, eskiden benim odamın olduğu yerdeki üçgen pencerenin perdelerini çekti. Sonra alt kattaki oturma odasından dışarıya sızan mavi televizyon ışığını gördüm. Kış akşamları izlediğimiz yabancı filmleri, dünyayı dolaşan adamın belgesel programını, sabahları heyecanla beklediğim çizgi filmleri hatırladım. Gözbebeklerime bastıran yoğun bir acı burnumu sızlatırken sokağın gürültüsü arttı. Yandaki apartmanların kapısı açılıp kapandı, eczanenin çırağı kapının önündeki karlı çamur birikintilerini kürekle kaldırıma doğru itmeye çıkınca beni gördü. Merakla baktı yüzüme. Bir şey söylecek gibi olduğunu fark edince hızla sigaramı söndürüp kaldırıma fırlattım ve arkamı dönüp yürümeye koyuldum. Hiç gelmemeliydim belki de.

Gözlük camlarım soğuk hava yüzünden buğulanırken yokuşun sonundaki pastanenin önüne park ettiğim arabaya bindim. Arabanın içi en az dışarısı kadar soğuktu, ısınsın diye motoru çalıştırdım. Yanaklarım sızlıyordu ve tam o sırada, aşina olduğum o his geri geldi. Sanki dünyadaki bütün oksijen kocaman bir hortum tarafından yutulmuş gibi soluk alamamaya başladım, boğazımda tortulu bir düğüm birikti. Kalbim hızla çarpıyordu, sanki sabit duran bir arabanın içinde değildim de uçuruma doğru son sürat yuvarlanıyordum. Bedenime bir sıcaklık üşüştü, birkaç saniye önce soğuktan kaçmıyormuşum gibi terlemeye ve titremeye başladım. Kapıyı açıp kendimi dışarı atmayı düşündüm, camı indirmeyi düşündüm ama bunlardan birini yapmak yerine yalnızca düşünüyordum ve vücudum taş kesilmiş gibi hareket edemiyordum. Ta ki biri sol camı tıklatana kadar, işte o zaman dışarıdakinin kim olduğuna hiç bakmadan kontağı çevirdim ve süratle şehre doğru yola çıktım.

vahşi gülüşler, nomin Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin