tw: Bu bölümde homofobi ve şiddet içeriği var, rahatsız olanların okumamasını rica ediyorum. İyi okumalar. <3
İlk öpücüğüm, on iki yaşındayken öptüğüm Kim Jihye'ye aitti. Oldukça güzel, popüler, sevilen bir kızdı Jihye. Sınıftaki bütün kızların arasından neşeli bir papatya buketi gibi parıldayarak öne çıkar ve herkesin ona hayranlıkla bakmasını sağlardı. Oğlanların yarısı ondan hoşlanırdı; Renjun bileğine tükenmez kalemle Jihye'nin adını yazar, silinince tekrar ve tekrar yazardı; Jungwon ona üç kere çıkma teklifi etmişti, Yeonjun onu görebilmek için her sabah bisikletiyle evlerinin önünden geçerdi. Ancak Jihye kimseyle ilgilenmiyor görünürdü, yalnızca ders çalışır, okul gösterilerinde süslü elbisesiyle en önde dans eder, herkesin ailesinden övgü dolu sözler duymasına vesile olan şiirleri büyük bir beceriyle okurdu. Onu beğenirdim, neticede herkes beğenirdi. Güzeldi, akıllıydı ve sevimliydi.
Jihye, altıncı sınıfın yaz tatilinde bir doğum günü partisi verdi ve sınıftaki herkesi bu partiye davet etti. O güne kadar herhangi bir özelliğiyle, becerisiyle veya dış görünüşüyle hiçbir şekilde parlamayı beceremeyen, yalnızca sınıftaki birkaç kişiyle dostluk eden, notları ortalama, iletişim becerisi ise oldukça düşük olan beni de. O doğum günü partisinden sonra bambaşka bir Lee Jeno'ya dönüşeceğimi bilmeden, partinin yapıldığı havuzlu arka bahçenin bir köşesinde oturup pasta yemiş, herkesle birlikte oyun oynamış, aptalca dans etmiş ve bebek mavisi elbisesiyle ışıldayan Kim Jihye'yi seyretmiştim. Fakat her şey böylesine sıradan ilerledikten sonra, partinin bitimine yakın hiç beklemediğim bir şey oldu. Bütün çocuklar sıraya girip Jihye'ye hediyelerini veriyordu, sıra bana gelince, karşımda sevimli gülümsemesiyle bana bakan Jihye yüzünden utançla terleyen ellerimin arasındaki hediye paketini ona uzattım, hediyemi verip hemen gidecektim ancak Jihye elimden tutup başka bir yere gitmeyi teklif etti. Herkes bize bakıyordu, ben ise hiçbir şey anlamıyordum. Sonra Kim Jihye, beni havuzun karşısındaki çam ağaçlarının arkasına götürdü ve orada öptü.
Düşünüyorum, o anı hep hatırlıyorum. Çam ağaçlarının üstünde ağustos böcekleri ötüşüyordu, ardımızda kalan çocuklar bizim hakkımızda konuşup yüksek sesle gülüşüyordu; ben, sefil bir durumda olduğumu hissederek kısa kollu beyaz gömleğimin içinde terliyordum ve hatırlıyordum, Kim Jihye'nin dudakları çok yumuşaktı ve parlatıcısı yapış yapış bir his bırakmıştı dudaklarımda. Öylece kalakalmıştım. Güzel bir kız sizi öpüyorsa karşılık vermeliydiniz fakat ben şaşkınlıkla dikilmekten öteye gidemedim. Jihye'nin neden beni, o kadar kişi varken neden beni öptüğünü anlayamamıştım. Fakat hayatın anlam veremediğimiz ve hiç tahmin edemeyeceğimiz bir sürü ana sahip olabileceğini ilk kez o zaman öğrendim. Çünkü sınıfımızın en güzel kızı Kim Jihye benden hoşlanıyormuş, ben arka sırada oturup defterime sınıf öğretmeninin karikatürünü çizerken (patlak gözler ve iki uzun sivri diş) beni izliyormuş, beden eğitimi derslerinde bana yakın olabilmek için bilerek sıranın sonuna geçiyormuş. Böylece, o gün, şansımın döndüğünü düşündüm. Çünkü o zamana kadar basitliğiyle, sessizliğiyle kendi hâlinde duran Lee Jeno, birdenbire herkesin merak ettiği, hakkında konuştuğu, imrendiği ve kıskandığı birine dönüştü. Jihye'nin hoşlandığı çocuk oldu, Jihye'nin sevgilisi oldu, inanabiliyor musunuz, Jeno Jihye'den ayrılmış oldu. Böylece nasıl kendimi diğerlerinden üstün hissedebileceğimin formülünü keşfetmiştim. Kızlar sayesinde.
Her zaman sessizce oturup sınıftakileri gözlemlerdim, onları incelemek, içten içe onlara karşı hiçbir yakınlık ve sevgi duymadan öylece fanusun içinde oradan oraya kıvrılan solucanlara bakmak gibi hissettiriyordu. Çocuk aklımın kavradığı şey ise oldukça keskindi. Sınıfta ezenler, zorbalar vardı; ezilenler, yani itilip kakılan, dalga geçilen çocuklar vardı; bir de birçok şeyde iyi olduğu için sevilen, akıllı çocuklar vardı. Ben ezilen olmamalıydım ancak bunu engellemek için elimde hiçbir şeyim yoktu. Çok yakışıklı değildim, derslerim çok iyi değildi, ailem zengin değildi veya herhangi bir sporda veya başka bir alanda öne çıkmıyordum. Mesela Choi Beomgyu satrançta birinciydi, Taehyun her zaman atletik biri olmuştu ve basketbol takımına girmişti, Ryujin'in babası Prenses Otel'in sahibiydi. Benim elimde bunlara benzer hiçbir şey olmadığı için öne çıkmamı sağlayacak; ezilen, dalga geçilen, silik çocuk olmamı engelleyecek tek şey, Kim Jihye sayesinde kavuştuğum şöhretimi aynı çizgide devam ettirmekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
vahşi gülüşler, nomin
FanficO akşamdan sonra, alt sokağımızda oturan ve iki kere intihara kalkışan ama ikisinden de sağ çıkan Na Jaemin'e çarşamba ve cuma olmak üzere haftada iki gün ders vermem kararlaştırıldı. Cumartesi günü ise sadece evine gidecek ve vakit geçirecektim; bi...