Na Jaemin beni seviyormuş. Bildiğimiz Na Jaemin, basbayağı beni, bildiğimiz Lee Jeno'yu. Üstelik bizzat kendisi yazdı bunu bana. Seni seviyorum, dedi, daha doğrusu yazdı. Ben de seni seviyorum, gönderen: Na Jaemin. Islanıp yer yer bulanıklaşan mektubun sonunda, ders anlatırken görmeye alışkın olduğum karmaşık el yazısıyla. Beni seviyorsun, Jaemin. Aklımı başımdan alıyorsun, beni deli ediyorsun, beni öldürüyorsun diyeceğim utanmasam, bu kadar ileri gideceğim. Hayır, filmlerdeki iyi adamlardan çaldığım bir replik değil bu, hayır romantik kitap karakterlerini de taklit etmiyorum. Benim, Jaemin, bizzat benim ve ölüyorum. Aşk, çözülmüş bir cinayettir. Maktül belli katil belli.
Günlerdir aynı cümleleri okuyorum. Seni tanıdığımdan beri hayatım senin cümlelerinden ibaret, senin sözcüklerinle çevrili dört bir yanım ve ben ağzından dökülen ve kaleminden saçılan her şey bir çeşit ilaçmış, beni büyüleyen bir uyuşturucuymuş gibi davranıyorum. Bu benim için, içimdeki aşkı tanımlayabilmemin en mümkün yolu. Beni büyüledin ve uyuşturdun. Kurtulmak istemiyorum, bu işten yakamı asla kurtarmayacağım, hatta daha çok bağımlı olacağım sana, sende boğulacağım, baştan başa sen hâline geleceğim. Ağzıma çaldığın bir parmak bal, el yazınla bahşettiğin bendeseniseviyorum, yaralarıma sürdüğün merhem, dudaklarımı öpen dudakların. Beni bütünüyle kuşattın Na Jaemin. Söylesene, nasıl yaptın? Bir kimse başka bir kimseyi böylesine etkisi altına alabilir mi, nasıl mümkün olabilir bu, sen insanı kendine âşık etmeyi nerede öğrendin, beni ne zaman sevmeye başladın, bana daha söylemediğin başka neler var, nasıl öyle güzel öpebildin dudaklarımı, biçimsiz ellerimi nasıl usulca tuttun, yamuk kesilmiş saçlarımı ne çeşit bir tutkuyla okşadın, hepsinin cevabı içinde kaybettim kendimi. Beni öptün, Na Jaemin, nihayet, en sonunda. İnadını annenin likör takımındaki kristal bardaklardan biriymiş gibi kırdın, tuzla buz oldu. Bana geldin ve beni öptün. Demek sen limon yaprağı çiğnemekten hoşlanıyormuşsun, demek diline acı şeyler dokunsun istiyormuşsun. Bak, sana söylemiştim, biz birbirimizin olmalıyız, olursak çok güzel olur demiştim. Hayır, söylemedin böyle bir şey. İşte şimdi söylüyorum, seni ilk gördüğüm anda yüzüne de söyleyeceğim. Karşına geçeceğim, ellerini tutup gözlerinin tam içine bakacağım, artık hiç korkum yok. Bu saatten sonra hiçbir şeyden korkmam ben, hepsi vız gelir. Biz birbirimizin olmalıyız, Jaemin, eğer olursak çok güzel olur, diyeceğim. Senden kaçtığım her anın hatrına öpeceğim seni. Güzel kokulu sıcak dudakların dilimin altında yuvarlanıp eriyecek, solukların içime dolacak ve biz aynı nefesi paylaşacağız. Sen de tıpkı kulübede yaptığın gibi ellerini ensemde birleştirip beni kendine daha çok yaklaştıracaksın.
Jaemin, sen benden ne istiyorsun? Ellerinin, dudaklarının her bir hareketini nasıl çıkarabilirim aklımdan? Durmadan o anın içinde dönüp duruyorum. Hem rüya gibiydi hem çok gerçekti ve işte sen beni tam da böyle zıtlıkların ortasında bırakıyorsun. Hep yaptığın gibi. Fakat ben artık bunu çok seviyorum. Üstelik biliyorsun ya, sana dair her şeyi seviyorum. Sen, sen, sen. Artık susmam mümkün değil. Beni sahiden aldın, bozdun, parçaladın ve sonra her bir parçamı dudaklarınla yapıştırdın, tamir edilemem sanıyordum, ta ki sen gelene kadar, ta ki senin beni sevdiğini öğrenene kadar. Bazı şeyler ne çabuk değişebiliyormuş meğer, acıdan kavrulurken şimdi heyecandan yerinde duramayan birine nasıl birdenbire evrildim. Daha ne isterdim? Hiçbir şey. Senden, senden başka hiçbir şey istemem. Sadece her şeyi bırakalım, birbirimizden yeniden doğalım, hiç korkmayalım aynı o günkü gibi, gözlerimizi hiç çekmeyelim birbirimizden. Seni sevmek ne kadar güzel, iyice varayım tadına. Bize kimse dokunmasın, kimse seslenmesin, herkes unutsun bizi, kendimizi birbirimizde kaybedelim, olur mu Jaemin? Artık olur mu? Olur diyeceksin, değil mi? Çünkü sen de beni seviyorsun.
Durmadan kendime sorup dursam da hâlâ anlamıyorum, ne zaman ve nasıl bu kadar âşık oldum sana? Ancak sayısını biliyorum, tam yedi yüz yirmi iki kere. Sen ise bir kere âşık olmuşsun bana ve o zamandan beri âşıkmışsın. O zaman ne zamandı? Bendeki yedi yüz yirmi iki sendeki bire ne zaman eşitlendi? Artık gel ve hepsini söyle bana, ne olursun. Seni ne kadar çok, ne kadar çok sevdiğimi tahmin bile edemezsin. Edebilirim. Nasıl? Gözlerimin önündeydin hep, kendini açık ediyordun, anlamak zor değildi. Aynanın önündeki parfüm şişelerinin yerinin değişmesinden anlayabilirdim, sana dokunduğumda alev gibi sıcak olmandan anlayabilirdim, ders anlatırken bakışlarının dudaklarıma inmesinden, sigara içerken uzun uzun beni izlemenden, bazen elini kolunu nereye koyacağını bilememenden, parmak uçlarındaki titreyişten, gözlerinin koyuluğundaki çalkantılardan, kelimelerinin arkasındaki müphem anlamlardan, bana dokunmak için yarattığın bahanelerden, kapıma gelişlerinden, beni tutup öpüşlerinden anlayabilirdim. Ne çok şeyin farkındaymışsın meğer. Sen hiçbir zaman görünmez olmadın ki, sana söyledim Jeno, gözlerinin bizzat sana isyan ettiğini söyledim. Beni aldın ve kendi içinde kaybettin, Jaemin. Bulamıyorum ve bulmak istemiyorum. Birbirimize ne zaman canım, aşkım filan diyeceğiz? Sana acele etmeyelim, yavaş olalım demiştim. Doğru, demiştin ama yine unuttum. Unutma artık Jeno.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
vahşi gülüşler, nomin
FanficO akşamdan sonra, alt sokağımızda oturan ve iki kere intihara kalkışan ama ikisinden de sağ çıkan Na Jaemin'e çarşamba ve cuma olmak üzere haftada iki gün ders vermem kararlaştırıldı. Cumartesi günü ise sadece evine gidecek ve vakit geçirecektim; bi...