Hayat gerçekten de bir defterdi, bunda haklıydılar fakat bu defteri boyamak her zaman bizim elimizde değildi çünkü kalemimizi kaybettiğimiz zaman ödünç aldığımız kalemler, biz kendi kalemimizi bulana kadar defteri karalıyordu. Soul da kendi hayat defterine yazmak için bir kaleme sahip değildi. Keeho ise hayat defterine yazıp çizdiği kalemini kaybetmiş durumdaydı. Keeho'nun kaybolan kalemini Soul bulurken bu kalemi hem kendi defterine hem de Keeho'nun defterine yazmak için kullanıyordu.
Karışan yazılar, karalamalar ve resimler ise birbirine ait olduğunu belli edercesine iki defteri oluşturuyordu. İçinde çirkin yazılar olduğu gibi özene bezene yazılmış yazılar da vardı. Hatta sadece bunlar değil görülmek ve hatırlanmak istenmeyen yazıların da üstleri bazen yamuk bazen de dümdüz çizgilerle çizilmişti. Şimdi ise Keeho da Soul da bu defterlerde boş sayfa bırakmayana dek doldurmak, hatta sadece doldurmak değil her bir defter yaprağını sonuna kadar süslemek istiyordu.
İkili filmin bitmesiyle diğer küçük salonda oyun oynayan hastaların arasına katıldı. Beraber satranç oynamaya başlamadan önce Keeho nasıl oynandığını bilmediği için Soul ona kaba taslak oyunu anlatmıştı.
Keeho da Soul da oyuna odaklandığı sırada hamle sırası Soul'daydı. Soul elini oynamak üzere filin üzerine koymuştu ki etrafta çılgınlar gibi koşturan iri yarı hastalardan biri Keeho'nun sandalyesinin sarsılmasına sebep olmuştu. Soul gözünü bunu yapan hastaya dikmişken elindeki taşı sıkmaya başlamıştı ama geçen seferki gibi olmasını istemiyordu çünkü sonunda canı acıyan yine kendisi oluyordu.
Keeho, Soul'a sorun olmadığını söylemesinin etki etmeyeceğini bilerek Soul'un yumruk hâline gelen elini tutmuştu. "Sadece çarptı Soul, bir şey olmadı. Sakin ol." demişti. "İstersen odamıza gidebiliriz."
"Hayır. Tamam, sakin olacağım. Kimseye zarar vermek yok." diyerek Soul kendini telkin etmiş ve yaşanan olayı unutmak adına hızlıca hamlesini yapmıştı.
Bir süre sonra Soul kazanmak için bir hamlesi kaldığını bilerekten gülümsemeye başlamış ve Keeho hamlesini yapar yapmaz oyunu bitirecek hamleyi yaparak "Şah ve mat!" demişti sevinçle. Keeho şaşkınca satranç tahtasına bakarken "Bu ne?" diye sormuştu yüzünde şaşkınlık eseri bir gülümseme oluşurken.
"Ben kazandım, aptal." demişti Soul. "Dışarı çıkalım mı?"
"Olur." diyerek Keeho onaylamış ve Soul, Keeho'nun sandalyesini ittirirken ilerlemeye başlamışlardı. Asansöre binip zemin kata geldiklerinde dış kapıyı açarak dışarı çıkmışlardı.
Soğumuş hava biraz üşümelerine sebep olurken köşedeki çimenliğe oturmuşlardı. Soul, tekerlekli sandalyeyi duvara dayamış sonra da Keeho'nun dizlerine oturuvermişti. Soul, kollarını iki yana açtıktan sonra Keeho ne istediğini anladığından sarılmak için Soul'a uzandı. Bir süre serin havada içlerini ısıtan bir sarılmayla durdular. Isınmak için önce içinin ısınması gerekti sonuçta.
Keeho geri çekildiği sırada Soul bilerek kendi yüzünü Keeho'nun yüzünden uzaklaştırmamış ve onun sandalyesinde gidebildiği kadar geri çekilmesine izin vermişti. Eh, kısa bir süre sonra da Soul uzaklaşmasına rağmen Keeho'ya yaklaştığı için onu öpmüş olmuştu.
"Resmen kendini zorla öptürdün."
"Öp desem de öpecektin. Aynı şey." diyerek Soul kafasını Keeho'nun omzuna koydu. Soğuk havaya karşılık Keeho'nun sıcak vücudu Soul'u mayıştırmıştı. Keeho onun uykusu geldiğini anlayarak sırtına yavaş yavaş pat patlamış ve uyuduğuna emin olduktan sonra odaya gitmek için yol almıştı.
Kucak kucağa görünmeleri hoş karşılanmayacağı için hızlı hızlı ve olabildiğince boş olan yerlerden odalarına ilerlemişti. Şansına bugün doktorların toplantıları olduğu için etraf boştu. Üstelik asansör de boştu. Hemşireler ise odalarında toplanmış ve dedikodu yaptıkları için onları görmemişti bile. Görse bile pek umursamayacaklarını düşünmüştü Keeho.
Son olarak Keeho asansörden inip asansör ve hemen onun yanındaki merdivenleri geride bırakarak odaya ulaşmıştı. Kapıdaki görevliler ayakta uyukladığı için hemen içeri girmiş ve kapıyı yavaşça kapatmıştı.
Tabii kapıyı kapatmadan önce Keeho, birinin onlara seslendiğini işitmişti. Bu yüzden Soul'u elinden geldiği kadar yavaş ve nazik bir biçimde yere bırakmıştı. Heyecandan nefes nefese kaldığı için soluklanırken kapının açıldığını duydu. Nefesini düzenlemek için çaba sarf ederken panik yaptığını belli etmemeye çalışarak -pek beceremese de- arkasına baktı.
Hemşire gelmişti. Yüzünde sorgulayıcı ve Keeho'nun burada olduğu zaman boyunca hiç görmemiş olduğu ciddi bir ifadesi vardı. "Ne yapıyordunuz?" diye gelen kesin soruyla Keeho hemen sorudan kurtulmak adına yuvarlak bir cevap düşünmüştü.
"Dışarıda oturuyorduk. Biraz önce geldik."
"Ve Soul bir dakikadan kısa sürede uyudu, öyle mi?"
"Evet, gördüğünüz gibi." dedi Keeho stresle. Hemşirenin bakışları değişirken "Yani Soul kucağında uyumadı mi?" diye sordu muzip bir şekilde.
Keeho, hemşireye sahte bir gülüş sunarken "E abarttınız siz de. Ne işi olsun kucağımda?" diye sormuştu. Hemşire iyice Keeho'nun yanına gelip yavaşça omzuna vurmuştu. Ancak bu iri yarı adamın ufak bir dokunuşu bile can yakmaya yetiyordu. Keeho'nun canının yandığını belli etmesine imkân kalmadan duyduğu "Aranızda bir şey mi var? Soul büyümüş mü?" sorusuyla direkt şaşırma evresine geçiş yapmıştı.
"Hayır tabii ki. Ne münasebet?"
"Hadi ama Keeho don't lie. Bak, senin anladığın dilden konuştum. Az önce see yaptım bile. Kiss yapıyordunuz, değil mi?" diyen hemşire fısır fısır konuşuyor ve saçma sapan göz kırpmaya çalışıyordu. Hani sanki bir arkadaşı birinden hoşlandığını söylemiş de o kişi önlerinden geçmiş gibi, anladınız siz.
"Ne? Bizi gördün mü?" diye endişeyle sordu Keeho. Az daha bağıracaktı. Bunun üzerine iri adam tıkana tıkana sakallarını okşayıp gülmüştü.
"Tabii ki de hayır. Nerede o şans? Yem olsun diye sordum sen de atlayıverdin."
Keeho, ne yapacağını bilemezken ağzı şaşkınlıktan açılmıştı bile. "Soul'a bir şey yapmayın, suç benimdi. Buradan gidebilirim de!" diye hızlı hızlı açıklama yapan bedenle hemşire omzunu pat patlamıştı Keeho'nun.
Soul, Keeho bunları söylerken uykusundan uyanmış ve gideceğini söylemesini duymasıyla içinde bir acı hissederken gözleri yaşlı bir şekilde uykusuna tekrar yenik düşmüştü. Kabus gördüğünü düşünmek istemişti.
"Yok be evlat. Sadece Soul'un biriyle iyileştiğini görmeye sevindim. Bunun için suçlu olamazsın." dedi samimi bir gülümseme ile hemşire. Keeho da ona gülümsediğinde "Hadi yat sen de. Ben gidiyorum." diyerek çıkmıştı hemşire.
Keeho sonunda rahatladığı için derin bir nefes vermiş ve zar zor kendini Soul'un yanına atmıştı. Hemen dibine sokulurken minik örgülü saçların yüzüne dağılmasına sebep olmuştu Keeho.
Belli ki ikisi de herhangi birini bulmamıştı. Aksine birbirlerini bulmuşlardı. Bu da onları birbirine bağlayan en güzel etkendi. Kader yaşanmazdı, kader diye bir şey yoktu. Kader yerine kişinin kendi hayatını belirlenmesi denmesi daha doğru olurdu. Belli bir çizgide ilerlenmiyordu, önce çizgi çiziliyor sonrasında kendi çizdiği çizgide ilerliyordu kişi. Bu hep böyle olamıyordu, bazen farklı renkte boyanmış şeytani çizgiler yanlış yolları çizmesine sebep oluyordu. Ancak doğru yolu bulmak için geri dönecek çizgiyi çizebilmesi de yeterliydi.
Keeho da Soul da kanatlarından bir tanesini kaybetmişti ve ikisi de dünyaya doğru uçmak istiyorlardı. Dünya, örümceklerin avıydı. Bu yüzdendi ki ne Keeho ne de Soul dünyaya doğru uçmak istiyordu. İkisi de dişleriyle kanatlarını yırtmış ve sadece gittikleri sessizlik denen yolda ilerlemeye devam etmişlerdi.
Butterfly ve worldstar money bu ficin şarkıları kesinlikle 🤧🤧
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kelebek (KeeSoul)
Short Story[Tamamlanmıştır (×36)] "Edebiyatçılar, beyazın masumiyeti simgelediğini savunur; doktorlar ise deliliğin. Sen ne düşünüyorsun bilmiyorum ama bence beyaz, hiçbir şeyi simgelemiyor. Olsa olsa sen beyazı simgeliyor olurdun ama bunun ne masumiyet ne de...