Keeho ve Soul bir süre kartlarla oynamışlardı. Soul bir yandan burada neden böyle şeyler olmadığını sorgularken bir yandan da kartlarla oynamaktan keyif almıştı. Keeho aklına gelenle karıştırdığı kartlardan ikisini almıştı.
"Soul, bak sana öğrendiğim bir şeyi göstereyim." diyerek parmağını şıklatmış ve kâğıdın başka bir kâğıda dönüşmesini sağlamıştı.
"Vay! Bunu nasıl yaptın?" diye sormuştu Soul heyecanla. Keeho'nun bu kartlarla öğrenebildiği tek numara buydu. Soul'a da nasıl yapıldığını açıklamıştı. Soul da birkaç denemenin ardından Keeho'nun yaptığını yapabilmişti.
Sıkıldıkları için kartları toplamışlardı. Keeho, kartları tam kutuya tekrar koyduğu sırada kapı açılınca hızlıca bacağının altına saklamıştı kutuyu.
"Akşam yemeği saati." diye açıklama yaparak elindeki tabildotu işaret etmişti hemşire. Soul yerinden kalkarak hemşirenin elinden tabildotu almıştı.
"Ne yapıyorsunuz? Alıştınız mı birbirinize?" diye sorularını yöneltmişti hemşire endişeyle. Sonuçta Soul, Keeho'yu en başta istemiyordu ve geçirdikleri zaman az bile olsa Soul'un fikirlerinin değişip değişmediğini merak ediyordu. Burada en çok ilgilendiği hasta Soul'du. Ona daha çok zarar verecek bir şey yapmak istemezdi.
"Konuşuyorduk sadece. Soul'la vakit geçirmek eğlenceli, Soul nasıl düşünüyor bilmiyorum ama." demişti Keeho.
Soul da bunun üzerine "Keeho, şu ana kadar olan en iyi arkadaşım." demişti. Hemşire duyduğuyla şaşırmıştı kısa bir süre çünkü Soul'un daha önce burada ona eşlik eden bir arkadaşı olmamıştı. Sonra Soul'un kimsenin göremediği ama Soul'un orada olduklarını iddia ettiği arkadaşları geldi aklına. Onlardan bahsediyor olmalıydı.
"Anlaşmanıza sevindim. Umarım böyle devam edersiniz." demişti hemşire. Keeho ve Soul birbirine bakarken onaylamışlardı adamı.
Hemşirenin, "Neyse ben sizi baş başa bırakayım. Afiyet olsun." demesiyle Keeho ve Soul aynı anda "Teşekkürler." demişti. Hemşire gittiginde ise ikisi de kartları kaptırmadan hemşireyi atlattıkları için gülmeye başlamıştı.
Yemeklerini sessizce yemişlerdi. Yemekleri bittikten sonra sessizliği Keeho bozmuştu.
"Soul?"
"Hm?"
"Bu saatte dışarı çıkmaya iznin var mı?"
"Bilmem ki, hemşireye sorsaydık keşke."
"Bana yardım et, ben sorup geleyim."
"Tamam." diyerek Soul, Keeho'ya sandalyesine oturmasında yardımcı olmuştu. Demir kapıyı tıklattığında nöbet tutan kişi, küçük bölmeyi açarak ne olduğunu sormuştu. Keeho durumu açıklayınca Keeho, odadan çıkmış ve Soul tek başına kalmıştı.
Soul, tekrar yalnızlık hissiyle baş başa kaldığında hemşirenin bakışları canlandı kafasında.
"Ben deli miyim?" diye mırıldandı. Hemşirenin bakışlarında bunu ona bağıran bir şeyler vardı.
"Hayır, hayır, değilim. Deli değilim ben." diye sayıklamaya başlarken kafasını elleri arasına almıştı.
"Öylesin Soul." diyen sesleri bastırmaya çalıştı. Kafasına üşüşen tüm bu kargalardan nefret ediyordu. Hepsini gitmesi adına kovalamak istiyor, ötüşlerini susturmak istiyordu ama gecenin karanlığına bürünmüş kargalar susmuyor ve başını eşelemeye devam ediyordu.
Soul sakinleşmeye çalıştığı sırada Keeho, hemşireyi bulmuş ve izin alabilmişti. Normalde bu saatlerde hastalar, bahçeye çıkamasa da hem güvenlik olduğu için hem de tek başlarına olacakları için bir sorun görmemişti hemşire. Soul iyiye gidiyor gibiydi, dışarı çıkmak istemesine şaşırmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kelebek (KeeSoul)
Short Story[Tamamlanmıştır (×36)] "Edebiyatçılar, beyazın masumiyeti simgelediğini savunur; doktorlar ise deliliğin. Sen ne düşünüyorsun bilmiyorum ama bence beyaz, hiçbir şeyi simgelemiyor. Olsa olsa sen beyazı simgeliyor olurdun ama bunun ne masumiyet ne de...