Keeho, sabah uyandığı zaman yanında olmayan Soul'la hemen etrafına bakınmıştı. Soul, örgülü saçları dağılıp bazıları da açılmış bir şekilde arkası dönük, dizlerini kendine çekerek duvara dönmüş oturuyordu. Keeho neden orada olduğuna anlam veremezken "Soul?" diye seslenmiş ve karşılık olarak hiçbir dönüt alamamıştı.
Keeho endişelenmeye başlarken ellerinden destek alıp kendini sünger zeminde olabildiğince ilerletmeye çalışmıştı. Çok bir çaba harcamasına gerek kalmadan Soul olduğu yerden ayaklanmış ve Keeho'nun boynuna ellerini sarıp sıkmaya başlamıştı. Öfkeden gözü dönmüş gibi dururken Keeho nefes almak adına gerilemeye çalışıyor ancak başaramıyordu.
Soul'un ellerini tutup kendinden uzaklaştırmaya çalışsa da fayda etmemişti. Soul gözlerindeki öfke ve hayal kırıklığının karışımıyla "Bana yalan söyledin!" diye bağırdı. Keeho, hızla kafasını iki yana sallarken Soul, ellerini çekip ayaklandı.
Tekrar aynı oturuş pozisyonuna dönerken "Git." dedi bu sefer sakin bir tonda. "Dün dediğin gibi buradan git Keeho."
Keeho şaşkınca Soul'a bakarken bunları nereden duyarak inandığını anlamlandıramamıştı. Tam ağzını açacakken içinde bir yerleri kıran sözleri tekrar işitti Soul'dan.
"Arkadaşlarım haklıymış." diye mırıldanan Soul'la Keeho donakaldığını hissediyordu. Ne diline gelen kelimeler dışarı dökülebilmiş ne de konuşmak için hevesi kalmıştı. Soul, uzun zamandır konuşmadığı arkadaşlarını yine dinlemeye başladıysa ciddi bir durum olduğu kesindi.
Keeho daha kırıcı ne duyabileceğini düşünürken Soul noktayı koymak istercesine "Ne sen kelebek ne de ben beyaz güvercinmişim Keeho. Sen ezilmiş bir tırtıl olmaya mahkûmken ben, siyahlar içinde ötüp duran bir karga olmaya mahkûmum." deyivermişti.
Keeho çaresizce "Ama ben yalan söylemedim ki..." diye mırıldansa da Soul onu duymazdan gelmişti. "Ben sana neden yalan söyleyeyim?"
"Seni kırmak istemiyorum Keeho, git işte."
Keeho umutsuzlukla tekrar tekerlekli sandalyesinin olduğu yere kendini sürüklemiş ve tekerlekli sandalyeye binmek adına bir hareket yapar yapmaz ayağı tekerlekli sandalyeye takılmış ve Keeho yere devrilirken üstüne de sandalyesi devrilmişti.
Kopan gürültüyle Keeho'nun acıyla tıslaması karışırken Soul endişeyle arkasını döndü. Gördüğü yere düşmüş bedenle telaşla ayaklanırken hızla yanına varmıştı. Sandalyeyi kaldırdıktan sonra Soul, Keeho'nun bedenini sarsmıştı. Keeho gördüğü ilgiyle mutlu olurken gözünü açmamış ve onu sarsan bedenin paniklemiş hâlini dinlemişti.
"Benim yüzümden..." diye mırıldanıp duran beden ne yapacağını bilemeyerek Keeho'nun bedenine dokunuyor ve bir şeyler yapmaya çalışıyordu. En sonunda Keeho yüzüne düşen damlalarla içinin tekrar acıdığını hissederken boynuna yaslanan Soul'un kafasına dikkat ederek belinden çekip sarılmıştı.
"Yalan söylemedim gerçekten." diye cümlesine başladı Keeho. "Sanırım dün konuştuklarımızı duydun ama gidebilirim dememin sebebi bizi yakaladıklarını sanmamdı. Gerçekten gitmek istediğim için değildi."
Soul şaşkınlıkla burnunu çekip kesik kesik nefes alırken dolu gözleriyle Keeho'nun gözlerine bakmıştı. "Onlar yalan söyledi o zaman, değil mi?" diye sordu teyit almak istercesine. Keeho onu onaylarken Soul aklına bir şey gelmiş gibi hızlıca kalkmış ve kenarda duran son çikolatayı Keeho'ya uzatmıştı.
"Ben özür dilerim Keeho."
"Önemli değil, sen yiyebilirsin benim canım istemiyor. Hem sana başka bir şeyler de getireceğim denemen için."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kelebek (KeeSoul)
סיפור קצר[Tamamlanmıştır (×36)] "Edebiyatçılar, beyazın masumiyeti simgelediğini savunur; doktorlar ise deliliğin. Sen ne düşünüyorsun bilmiyorum ama bence beyaz, hiçbir şeyi simgelemiyor. Olsa olsa sen beyazı simgeliyor olurdun ama bunun ne masumiyet ne de...