Soul, sabah Keeho'dan önce uyanmış ve gözünü açtığı gibi kenarda duran saat ile karşılaşmıştı. Saat, önceki kaldığı yerden temposuna devam ediyordu ve zaman geçiyordu. Yelkovanın birkaç turunu tamamlamasının ardından kapı açıldı. İçeriye Soul ile ilgilenen doktorlardan biri girdi.
"Günaydın Soul. Yemeği buraya bırakıyorum ve kıyafetini çıkaracağım. Dün bir olay yaşanmamış diye duydum."
Soul cevap vermedi. O alıştığı rolünü sürdürdü, ses çıkarmadı. Bakışları yere sabitliyken bekledi doktorun yanına gelip kıyafeti çıkarmasını. Çok geçmeden cevap gelmeyeceğini anlayan doktor, Soul'un yanına gelip ellerini hapseden kıyafeti çıkarmıştı.
Tam doktor gitmeye yeltendiği sırada ise Soul, "Doktor, saat." diye fısıldamıştı.
"Ne dedin Soul?"
Soul, bu sefer bakışlarını yerden çekip eliyle adama saati işaret etmiş ve tekrar "Saat." demişti.
"Ah, tabii asabilirim." dedikten sonra doktor, saati alıp odadaki tek çıkıntı olan yere saati astı. Sonrasında doktor gitti, sessizlik geldi ve Soul sadece saati izledi. Yelkovan ve akrebin yarışını seyretti. Bu seyir, Keeho uyanana kadar sürdü.
"Günaydın." diyen yorgun sesle Soul yanına dönmüş ve o da Keeho'ya "Günaydın." demişti. Elini merakla beyaz saçlara atmıştı. Keeho, genelde Soul'un saçlarıyla oynardı ama Soul, onun gibi saçlarıyla çok oynamazdı fakat şu an hissettiği yumuşak tutumlar çok güzeldi. Rengini de fazlasıyla beğense de aklına türlü türlü anlam geliyordu ve bu anlamları saklamaya niyeti yoktu.
"Keeho?"
"Soul?"
"Sence beyaz neyi simgeliyor?"
"Bilmem ki."
"Hiç renklerin anlamlarını düşünmüyor musun?"
"Yani bazen."
"E cevabın vardır o zaman."
"Pekâlâ. Edebiyatçılar, beyazın masumiyeti simgelediğini savunur; doktorlar ise deliliğin. Sen ne düşünüyorsun bilmiyorum ama bence beyaz, hiçbir şeyi simgelemiyor. Olsa olsa sen beyazı simgeliyor olurdun ama bunun ne masumiyet ne de delilikle bi' ilgisi olurdu."
"Sen?"
"Ne ben?"
"Peki ya sen, sen Keeho, sen neyi simgeliyor olurdun?"
"Ben..." fark ettiği şeyle duraksayıp güldü Keeho. "Kendimle çelişiyorum."
Soul onun dediğini umursamadan Keeho'nun gözlerine bakarken "Sen kesinlikle bir kelebeksin Keeho." dedi. "Simge olarak da değil. Direkt kelebeksin."
"Neden ki?"
"Çünkü yaşamak için az bir zamanı olan kelebekler gibi gününü değerli geçiriyorsun. Kanatların eksilmiş ama sen zaten dişlerinle katlarını yırtmışsın ve uçuyorsun. Ben bunu yapamıyorum."
"Hayır. Sen de yapıyorsun."
"Güldürme beni Keeho. Nasıl yapıyor olabilirim?"
"Buranın düzenini çoktan çözmüşsün ve ona göre hareket ediyorsun ancak kafandaki sesler kafanı karıştırıyor."
Keeho haklıydı. Kimse bu durumu Soul'a böyle açıklamadan tanı koyuyordu. Keeho'yu sevmesinin nedenlerinden biri de buydu artık. Soul da özgür olmak istiyordu.
"Ben de özgür olmak istiyorum kuşlar gibi."
Keeho'nun, "Olacaksın Soul, söz veriyorum." demesinin ardından bir sessizlik oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kelebek (KeeSoul)
Короткий рассказ[Tamamlanmıştır (×36)] "Edebiyatçılar, beyazın masumiyeti simgelediğini savunur; doktorlar ise deliliğin. Sen ne düşünüyorsun bilmiyorum ama bence beyaz, hiçbir şeyi simgelemiyor. Olsa olsa sen beyazı simgeliyor olurdun ama bunun ne masumiyet ne de...