Ertesi günü de Jiung ve Jongseob gelmişti. Soul, Jiung'a sadece bakıp geçtikten sonra Jongseob'un geldiğini gördüğü gibi onu kenara çekti. Jiung, tek kaşını kaldırmış ve şüpheyle ikiliye bakarken Jongseob, sorun olmadığını belirtmek adına gülümsemişti hafifçe. Jiung, her ne kadar orada durmak istese de Jongseob'un gitmesini işaret etmesiyle içeriye adımlamıştı ve bir yandan da "Çok geç kalma, bu staj senin için önemli sonuçta." demişti.
Soul, Jiung'un yeterince konuştuğunu ve Jongseob'un da onu yeterince dinlediğini düşünerek Jongseob'un kıyafetinin kolundan çekiştirmişti onu. Jongseob, kendisine döndüğünde hızlıca konuşmaya başlamıştı. Hem yaşıtı olduğu için hem de soracağı şeyi bildiği için daha rahat konuşabiliyordu.
"Benim saçımı da seninki gibi boyasana." diye soran Soul'la Jongseob şaşkınca "Ha?" diyebilmişti sadece. Ne alaka olduğunu anlayamamıştı. Bu çocuk ilk geldiğinden beri garip geliyordu zaten. Jongseob, Soul'un ve hep yanında olduğu Jiung'un düşüncelerini ve bakışlarını kıyaslayınca dağlar kadar fark görüyordu. Jongseob, kendisinin Soul'a benzediğini düşünüyordu çünkü o da Soul gibi genelde neşeli ve heyecanlı oluyordu ancak Jiung, kendisine kıyasla daha ciddi bir mizaca sahipti. Saçmalandığı zaman o da saçmalardı ama genelde düşünceleriyle ve mükemmeliyetçi yapısıyla her şeyi kusursuz yapmakta harikaydı. Duygularını kontrol etmeyi de iyi biliyordu. Zaten bu yüzden Jongseob, Jiung'a yanaşmaya çekiniyordu. Sert kabuğunu aşamayacağını düşünüyordu.
"Saçlarımı boyayalım işte Jongseob."
"Boya var mı ki?"
"Yok."
"O zaman şöyle yapalım: Ben şimdi notlarımı yazayım ve bir dahaki gelişimde boya getireyim. Nasıl olur?"
"Tamam. Mor olsun ama."
"Tamamdır. Ben şimdi geçiyorum içeriye." diyerek Jongseob, arkasını dönmüştü ki Soul, Jongseob'u bu sefer kıyafetinin sırt kısmından çekiştirmiş ve "Teşekkürler." dedikten sonra kıyafeti çekiştirmeyi bırakmış, hemen odalarına koşmuştu.
Jongseob, Soul'un hareketlerine hem şaşırıp hem de hareketlerini garipsese de boş vererek odaya girmiş ve eğilerek selam vermişti ikiliye. Ardından hemen ilk gözlem yapmak adına kenardaki koltuğa oturmuş ve notlarını almaya kaldığı yerden devam etmişti. Gece geç yattığı için fazlaca uykusu vardı ve not alırken gözleri kapanmaya başlamıştı bile. Jiung'un sakin ses tonu da ruhunu dinlendirip kendisini mayıştırırken elinde tuttuğu kalemin tutuşunun gevşediğini hissediyordu. Çok geçmeden de kısa bir uykuya dalmıştı. Jiung, Jongseob'un uyukladığını görse de uyandırmak istemeyerek Keeho ile ilgilenmeye devam etmişti.
.
İşleri bittiğinde Jiung, sessizce toplanırken Keeho teşekkür etmişti. Jiung ona kısaca gülümseyip "İşim bu." demiş ve hâlâ uyuyan Jongseob'u uyandırmak için yanına adımlamıştı. Ellerini mor saçlara koymadan önce tereddüt etse de çok düşünmeden mor saçları hafif dağıtmış ve Jongseob'a uyanması için seslenmişti.
"Kalk hadi Jongseob-ah... İşimiz bitti."
Jongseob hâlâ uykulu olduğu her halinden belli olan yüzüyle Jiung'a bakarken ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
"Hadi kalk bebek goblin, gidiyoruz." deyince Jongseob iç çekmiş ve memnuniyetsiz olduğunu belirtircesine "Bana öyle deme demiştim." demişti. Ardından Jongseob da eşyalarını aceleyle toplayıp kapıya ilk ulaşan olmuştu. Ayakkabılarını da bir yere yetişmeye çalışıyormuş gibi hızlıca giydiği sırada Jiung, nasıl olsa birazdan arabada baş başa kalacaklarını düşünerek Keeho'ya, son hatırlatmaları yapmasının ardından, veda etmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kelebek (KeeSoul)
Short Story[Tamamlanmıştır (×36)] "Edebiyatçılar, beyazın masumiyeti simgelediğini savunur; doktorlar ise deliliğin. Sen ne düşünüyorsun bilmiyorum ama bence beyaz, hiçbir şeyi simgelemiyor. Olsa olsa sen beyazı simgeliyor olurdun ama bunun ne masumiyet ne de...