"Selam çocuklar." dedim kapıdan salona girerken. "Hoş geldin Damla." Can bunu derken yorgun gözüküyordu. Tıpkı benim gibi. Çok yorgundum, hem fiziksel, hem de zihinsel olarak. Bana aşık olan birinin üzülmesini istemezdim ama onu üzmemek için onunla deneyemezdim. Bu bencillik miydi, bilmiyordum ama onunla deneyemezdim. O benim çocukluk arkadaşımdı. O zamandan beri beni nasıl sevebilmişti? "Deniz ve Eren nerede?" diye, yorgun sesimle bir soru yönelttim.
"Onlar erken gelmezler herhalde. Ayrı çıktılar ama neredeler, bilmiyorum." Biz konuşurken, Selen de televizyon izliyordu. Geçiştirmek istermişçesine elimi salladım. "Neyse, ben duşta olacağım, yemeğe çağırırsınız."
"Tamam." Yorgun adımlarla merdiveni çıkmaya başladım. Tam son adıma geldiğimde, kapının açılma sesinin ardından Eren'in sesi duyuldu. "Deniz gelmedi mi?" bu soruyu sorduğuna göre, Deniz'le beraber çıkmamışlardı. Odama girip, çantamı bir yere fırlattıktan sonra üzerimdeki kıyafetlerden kurtuldum.
Duşa girerek, belki acılarımdan arınabildim. Ama, ne yaparsam yapayım, üzerimdeki acılar gitmeyecekti. Sanki, üzerime acıları üst üste atıyorlardı ve ben eziliyordum. Ama, her şeye, acılara, yüke... Her şeye dayanacak, yere düşmeyip onları taşımayı bilecektim. Bu zamana kadar öyle yapmıştım. Şimdi de öyle yapacaktım. Kıyafetlerimden kurtulup küvete girdim.
Küçük bir çelişkiden sonra suyun derecesini en soğuğa getirdim.
Ben, her şeyde, herkese empati yapardım ve Ediz... Bana aşık olmaya devam ederse, daha çok, çok daha çok üzülecekti.
Okuduğum şeylere göre aşk acısı çok zor bir şey olmalıydı. Başıma gelmemesini diliyordum ama sevdiklerimin de başına gelmesini istemiyordum. Onların üzülmelerini istemezdim. Onların yerine ben üzülmeliydim. Evet, hayatım boyunca çok üzülmüştüm, hala bu böyleydi ama yine de onların üzülmesini tercih etmezdim.
Bana benden başkasını sevemeyeceğini, beni sevmekten vazgeçmesinin imkansız olduğunu söylemişti... Bir insan nasıl olur da yıllarca sevdiği kişiyi bıkmadan sevebilirdi?
Beni... sevmemeliydi ama eğer dediği gibiyse, mümkün değildi.
Vücudumdan akıp giden soğuk su damlalarının arasında gözyaşlarım vardı. Gözyaşlarım, sessiz hıçkırıklar eşliğinde, suya akıyor ve sonsuzluğa karışıyordu.
Hızla duştan çıktım. İç çamaşırlarımı giydikten sonra altıma gri şortumu ve üzerime siyah kısa kollu tişörtümü giydim.
"Damla, yemeğe gel!" diye yüksek sesle içeriden seslendi Selen. "Geliyorum!" Hemen saç kurutma makinesini elime alıp, aynanın karşısında kurutmaya başladım. Bu sırada odama Eren girdi.
Saçlarım az da olsa kurumuştu. Kurutma makinesini kapattım. "Ne oldu Eren?"
"Damla, ev senin olduğu için sana sormam gerektiğini düşündüm..."
"Neyi?" diye merakla bir soru sordum.
"Bir kaç otelde muhtemelen yer vardır ama burada kalmamızda bir sakınca var mı?" Neden burada kalmak istiyordu ki? Ama benim için sorun teşkil etmezdi.
"Elbette kalabilirsiniz, sormana bile gerek yoktu." dedim. Umarım bu süre içerisinde Deniz beni rahatsız etmezdi.
Bunu Eren'e söylemeyi tercih ettim: "Eren, lütfen Deniz'i beni rahatsız etmemesi konusunda uyarır mısın? Biliyorsun, onu fazla tanımıyorum. Senin söylemen uygun olur." Deniz'in yanına gidip onu uyaracak halim yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kendin Ol
General FictionBulutlar üzerime düştü, hayat bana kazık attı, eziliyordum. Yağmur üzerime yağdı, sözcükler zihnime yığıldı, ölüyordum. Derin bir nefes aldım ve ruhumu tekrar ayağa kaldırdım. Not: Bu hikaye uzundur ve asıl 11. bölümden sonra başlar. Sen sıkıldığın...