8. Bölüm: Garip Hisler

101 9 2
                                    

Bazen, bir bardak kırdığınızda, onun parçalarını toplamaya çalışırken elinize batar, kanatırdı ya, şu anda kalbime batan bir parça vardı. Kalbimdeki cam parçası minik bir parça değildi, kocamandı ve kalbimde izler bırakıyordu. Kırılan kalp iyileşemez derlerdi ya, ruhum buruk, kalbim ise kırıktı.

Garip hissediyordum, kalbimdeki cam parçasını bütünüyle hissediyordum. Hayatta kimlerin iyi, kimlerin kötü olduğunu, kimlerin cesur, kimlerin korkak olduğunu, kimlerin dürüst ve kimlerin yalancı olduğunu hissediyordum. İlk bakışta insanların gördüğüm yerleri gözleri değil, ruhlarıydı.

Benim kalbim böyle hissediyorsa, burukluğu ve acıyı hissediyorsa, Ediz nasıl hissediyordu? Ediz de buruk olmalıydı, sevdiği kız böyle şeyler düşündüğü için buruk olmalıydı. Bunu istemiyordum, Ediz üzülmeyi haketmiyordu.

Kimileri mutluluğu haketmeden mutlu olurken, kimileri de hüznü haketmeden acı çekiyordu. Ne adaletsizdi dünya...

Kahvaltı masasında oturanların yüzlerini inceledim. Hepsi düşünceliydi, hepsi buruktu ama hepsi mutluydu. "Deniz gelmiyor mu?" Diye sordum.

Eren tabağından kafasını kaldırdı, "Uyuyordu, kaldırmaya çalıştım ama başı ağrıyormuş." Diye isyan etti. "O kadar içerse tabii ağrır başı..." gibi bir şeyler de söylendi.

Masadan kalktım. "Bir de ben bakayım."

"Uyanacağını sanmıyorum." Bu sefer, Can tabaktan başını kaldırmıştı.

"Uyandıramayacağımı düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz." Mutfaktan çıktıktan sonra, soldaki merdivenlere ulaştığımda gülümseyerek mırıldanmıştım.

Yarım çemberin ortasındaki merdivenlerin sonunu getirip, sağdaki misafir odasına girdim.

Onu görmeden önce, yatağı görmüştüm. Kafamı, kapalı olan mavi gözlerine çevirdim. Yüzüstü, başı kapıya dönük bir şekilde uyuyordu. Yüzüne, ilk defa yumuşak bir ifade hakimdi, saçları dağınıktı, yorgan belindeydi ve bu üstünde bir tişört olmadığını belli ediyordu.

Yatağa iyice yaklaşıp, hafifçe koluna dokundum. "Deniz, uyan." Kafasını yastıktan kaldırıp tekrar koydu ve gözlerini açmaya yeltenmedi. "Ya bir gitsene Eren." Kelimeleri zor seçmiştim, sesi boğuk, daha kalın ve uykuluydu. "Ben Damla, kalk hadi."

Kafasını rahatsızca diğer yöne çevirdi ve homurdandı. Bir an kapıdan çıkmayı düşündüm ama ona inat, onu uyandırmam gerektiğini kendime hatırlattım.

Sinsice sırıtıp, elimi sırtına koydum, seslice ve hararetle "Baban geldi Deniz!" Diye bağırdım. Kafasını hışımla yastıktan kaldırdı, bana doğru döndü, bedenini yataktan kaldırdı ve sertçe bileğimi tutup, sıktı.

"Napıyorsun?!" Vücudum kasılmış, yamuk bir vaziyete gelmişti. Deniz hemen bileğimi bıraktı. Sağ elinin parmaklarını sol bileğimde gezdirirken ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalıştım. "Çok acıdı mı?" Diye mırıldanmasıyla gözlerimi kocaman açarak şaşkınca ona baktım.

"B-biraz." Bir dakika içinde şaşkınlığımdan arındım ve boğazımı temizleyerek mırıldandım, "Neyse, kahvaltıya gel, başının ağrıması beni ilgilendirmez."

"Başımın ağrıdığını söylemedim."

"Eren'e söyledin."

"Uykuluydum."

"Dediğim gibi, beni ilgilendirmez. Kahvaltıya geleceksin." Diye sertçe konuştum.

"Bana emir veremezsin Küçük Kız."
Başımı yana yatırarak konuştum, "Bak, nasıl veriyormuşum."

Kendin OlHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin