2.BÖLÜM;ÖLÜM:

99 8 2
                                    

2.BÖLÜM;
ÖLÜM:

Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?
.....
                                                Orhan Veli  KANIK

Keyifli okumalar!

🎵Cem Adrian: Kesin / Gazi Antep yolunda🎶

Mutsuzluk; Hayatıma mı, tenime mi yoksa direkt ruhuma ve kaderime mi yansımıştı? Belki hepsine.

Hayatımın zehir oluşudur belki beni yok eden. Belki benim yaptıklarımdır asıl zehir.

Canımı yakan binlerce şey yaşamıştım. Ama bu...

Kelimeleri dile dökememek ne zormuş. Hayatının yok olduğunu, nefes alamadığını, canının yandığını dile dökememek ne zormuş.

Kendimi, ruhumu bir prangaya bağlı hissediyordum. Canım yanıyor ama kımıldayamıyorum. Elimden hiç bir şey gelmiyor.

Tek yapabildiğim acı içinde olanları izlemek.

Oysaki daha bir kaç saat önce kendim cümleler kurarak söylememiş miydim ölümün sadece fiziki olmadığının ve binlerce çeşidinin olduğunu?

Peki canım bu kadar yanması normal mi? Nefes alamam normal mi? Kesilen bir nefes benimde nefesimi kesmiş olabilir mi?

Hayır! Onun nefesi kesilmedi!

Onun nefesi kesilseydi bende şu an nefes alamıyor ve yaşamıyor olurdum. Peki asıl soru şu: Ben yaşıyor muyum? Çünkü kendimi bir ölü ile eşdeğer görüyordum şu an.

Çığlıklarımın bastıramadığı, yere düşmemi sağlayan acı mıydı beni öldürmeyen?

Benim şu an yaşadığım bir umut kırıntısı ile yaşamaya çalışmaktı. Umudum ise; karanlıkta parlamaya çalışan iğne gibiydi. Belli olmuyor, çabalıyor ama her seferinde başarısız oluyor ya da bulan kişinin bir şekilde canını yakıyordu. Her zaman bir ikilem içerisindesindir. Ya elime batarsa? Ya bulamazsam. İkilemin içinde kendi kendini hayata küstürüyorsun. Kendi kendini öldürüyorsun!

Zaman bir oyun gibidir. Ne zaman ne olacağı hiç belli olmuyor. Yaptıkların hep istediğin gibi olmaz. Bu bir altın kuraldır ki, kalbinin istediği ile o an olan hep aynı olmaz.

Kalbinin kendini mutsuzluğa ve gerçeğe alıştırması kadar zor bir şey var mı?

Onu bilmiyorum ama şu an bildiğim tek şey ayaklarımın beni ayakta tutamamasıydı. Cümleler zihnimde bir kara delik edinirken ağzımdan tek bir cümle, kelime veya bir ses çıkmadı. Odaklandığım tek şey;

Karşımda yere düşmüş ve soluk boşluğundan vurulmuş kişiydi. Boğazından oluk oluk kanların aktığı kişiydi.

Gözüm ne zaman çıktıklarını bilmediğim adamların yere düşen silahlarına takıldı, sonra benim elimden düşen silaha, en son Ateş'e baktım. Gülümsedim. Durdu o gülümseme suratımda, ta ki o gülümseme bir kahkahaya dönüşene kadar. Gözlerimden firar eden yaşlar ve kahkahalar birbirine karıştı.

Belli bir yerden sonra fark ettim ki o kahkahalarım birer feryat ve figana dönüştüğünü. Bu bir ağıttı. Oturduğum yerden bir ses duyuyordum ki bu ses: Hayır, diye çığlık atıyordu.

Fark ettim. Bu ses benimdi. İyide ben neden bağırıyordum? Ateş beni bırakmazdı ki. O bana söz verdi. O beni bırakmazdı. Söz vermişti. Hem ben yerimde oturmuştum. O zaman Ateş neden uzanıyordu?

SOLUK BOŞLUĞUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin