İtiraf

145 18 22
                                    

     Göğsümde garip bir hisle uyandım, yatakta doğrulup etrafıma bakındım. Kapının girişinde duran karanlık bir figür yüzünden ufak bir çığlık attım. Gözlerimi ovuşturup yine figüre baktığımda yatağımın ucuna kadar geldiğini gördüm, korkuyla geriye çekildim. Figür, başındaki pelerinin kapüşonunu geriye atıp bana baktı, Herobrine'dı bu. "Herobrine..." diye mırıldandım, aynı zamanda hem rahatlamış hem de korkmuş hissediyordum. Herobrine hiçbir şey demeden öylece duruyor, yatağın ucunda dikilip bana bakıyordu. Suratı asıktı, gözlerini hafifçe kısmıştı. Bir süre öylece kaldık, sonra Herobrine yavaşça gelip yatağımın kenarına oturdu, sırtı bana dönüktü. Pencereden dışarıya bakarak konuşmaya başladı, "İblis! İblis... Bazılarının dediği gibi, şeytan. Keçi kılıklı herif. Yok, boynuzlu ve kırmızı adam. Tanrıya karşı çıkan melek... Yoksa tanrının yoldaşı mı demeliyim? Hayır hayır, kocaman beyaz gözlü bir canavar. Bazen de sol bacağı kopuk, kel bir kral bozuntusu. Peki kim bu iblis?" Dedi, son cümlesinde bakışlarını bana çevirmişti. "Cevabını tahmin etmek zor değil, 'kahraman'. 'Beyaz gözlü ucube' diyeceksin." Başını yine dışarıya çevirdi, "Doğrusu, hayal kırıklığına uğrattın beni. Sana inanmıştım, Steven." Dedi Herobrine, ne diyeceğimi bilemedim. "Kafam çok karışıktı..." dedim, Herobrine aradan zaman geçmesine izin vermeden sordu, "O zaman, evet, kafan karışıktı. Şimdi olmasa gerek, değil mi?" . Sustum. Korktum. Bilmiyordum.

    "Beni kendi tarafına çekip ne yapacaksın? Öldürecek misin?" Dedim, Herobrine suratıma anlamlı gözlerle baktı. "Dinle." Dedi, işaret parmaklarını dolgun dudaklarının kenarına yerleştirdi. Gözlerini kapatıp tiz sesli, melodik bir ıslık çaldı. Bu sesi hatırladım, Nether'da bana saldırmaya başlayan beyaz yaratığı uzaklaştıran sesti bu. Durdum, ona baktım. "Seni öldürmek isteyen kimmiş bir daha düşün derim." Dedi Herobrine, çok utanmıştım. Beni kurtarmıştı, ama neden, neyden? "O yaratıkları üstüme salan sensin zaten." Dedim sıkkınlıkla, Herobrine kafasını hayır anlamında iki yana salladı. "Bunun doğru olmadığını biliyorsun. Düşün Steve, gücünü Tanrı'dan alan bir adam düşün. Üstüne üstlük herkesin ona taptığını, ona inandığını düşün. Elinde sayısız olanak olan bir adam düşün... Babasının biricik oğlunu düşün. Kim geldi aklına?" Dedi Herobrine, sessizce "Notch." Dedim. Gülümsedi, "Aynen öyle. Bu adam her şeyi kontrol eden adam." Dedi Herobrine, inanamadım. "Yani... Canavarları yollayan kişinin Notch olduğunu mu söylüyorsun?" Dedim çekinerek, Herobrine kıkırdadı. "Çok geç anladın ama şaşırmadım. Evet, benim canavarları yollamam söz konusu değil. Bazılarıyla iletişim kurabiliyorum sadece. Mesela Nether'dakilerle." Dedi Herobrine. Pelerinini çıkarıp yatağın ucuna attı.

     "Git buradan, sana inanmayacağım." Dedim. Herobrine bana doğru eğilip kulağıma bir şey fısıldayacaktı ki ona sımsıkı sarıldım. Gözlerim yanıyordu, ağlamak istiyordum. Herobrine öylece durdu, ona daha sıkı sarıldım. Burnumu boynuna dayamıştım, çok huzurluydu. Kokusu bana daha önce yaşamışım gibi hissettiren bir hayatı anımsattı. Sessiz ve sakin bir andı, gün ışıkları yavaştan odaya dolmaya başlamıştı. Herobrine geriye çekilmek istedi ama izin vermedim, sarılmaya devam ediyordum. Saatlerce öyle kalmak istedim; tüm dertlerim, tasalarım, hepsi aklımdan çıkmıştı. Herobrine bir elini sırtıma, bir elini başıma koydu. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım, gözlerimdeki yaşlar bitene kadar ağlamak istiyordum. Herobrine, uzun ince parmaklarını saçlarımda gezdiriyorken "Şşş, tamam. Sakin ol..." dedi, kendimi durduramıyordum. Ağladıkça ona daha da sokuluyor, rahatlıyordum. Yaklaşık yarım saat öylece sarıldık. En sonunda içimdeki tüm dertleri dökmüş gibi hissettiğimde geriye çekildim, Herobrine'ın yüzündeki masum ve rahatlamış ifadeyi gördüm. Bir otorite gibi değil, kral gibi değil, şeytan gibi değil; bir prens gibi, küçük bir çocuk gibiydi Herobrine. "Özür dilerim Herobrine... her şey için." Dedim, Herobrine iki elini de uzatıp omuzlarımdan tuttu beni, yavaşça okşadı omuzlarımı. "Hazır değilsin, anladım. Şimdi dinlen." Dedi Herobrine, sonra ayağa kalktı. Yavaşça yatağıma uzandım, Herobrine bana yakınlaşıp sol kaşımın üstünü öptü. "İyi geceler, sevgili Steve." Dedi Herobrine, sonra yine ortalıktan kayboldu. Gitmeden önce yatağın ucundaki pelerinini unutmuştu, pelerini alıp ona sarıldım. Herobrine'a sarılıyormuşum gibi hissederek yeniden uykuya daldım.

                                              ...

     Gözlerimi güneşin inatçı ışığıyla açtım. Mis gibi bir uyku çekmiştim, kollarım arasında duran pelerini özenle katladım. Pelerin, onu gibi kokuyordu... Herobrine gibi...

    Notch'un odasına gittim, baygın bir vaziyetteydi. "Bir açıklama yapmayacak mısınız?" Diye sordum, gözlerini kapatıp "Çok yorgunum. Başka zaman..." dedi kral, odadaki muhafızların da yönlendirmesiyle odadan çıktım. Eve gitmeme karar verilmişti, o zaman Alex de evinde olmalıydı.

    Evime gidip yeniden duş aldım, sol kaşımın üstünü yıkamak istemedim. Herobrine'ın öptüğü yer... Duştan çıkıp hızlıca üstüme bir şeyler giydim ve Alex'in evine doğru yola koyuldum. Alex güler yüzle karşıladı beni, içeri buyur etti. Mutfaktan harika kokular geliyordu, Alex "Aç mısın Steve?" Diye sordu. "Evet, hem de kurtlar gibi!" Dedim, aramızdaki samimiyeti seviyordum, o benim en yakın arkadaşımdı. Mutfağa geçip Alex'in meşhur kurabiyelerinden ve havuçlu kekinden yerken Alex lafa girdi, "Herobrine'ı korkunç buluyor musun gerçekten?". Ne diyeceğimden emin olamadım, sonra dürüst olmaya karar verdim, "Bazen evet, ama çoğunlukla hayır." Alex ağzındaki keki yuttuktan sonra "Eskiden ne kadar çok korkardım bilirsin... Ama geçen gece, ona olan tüm görüşlerim tersine döndü. Bu arada anlatacaklarım aramızda kalacak, söz mü?" Dedi, ona söz verdim. Alex konuşmaya devam etti, "Arkasında koca bir fırtına, altında iskelet bir atla tozu dumana katıp geldi Herobrine. Korkuyla 'İblis!' Diye bağırdım, gülümsedi. 'Çok gençsiniz ve suçsuzsunuz, masumsunuz. Sizi öldürmek istemiyorum. Benim işim kralınızla.' Dedi. Elini havaya kaldırdı ve tüm diğer askerler huzurlu bir uykuya dalarcasına yere çöküp uyudular. Şok olmuştum, 'Alex, merhaba. Ben bildiğin üzere, Herobrine.' Dedi. Şaşkınlıkla 'Beni tanıyor musun?' Diye sordum, küçük bir kahkaha attı. 'İkimiz de birbirimizi tanıyoruz, ama daha yeni tanışıyoruz.' Dedi, korkudan titriyordum. 'Korkma, sen cesur bir savaşçısın.' Dedi, üzüntüyle bana baktı. Hislerinde sahiciydi, eminim. Yalan söylüyor olsa anlardım... Mesela dün Notch 'Herobrine'ı gördüm.' derken yalan söylüyordu.". Alex durdu, yüzüme baktı. Onu anladığımı görünce daha rahat ve coşkuyla anlatmaya devam etti, "'Evine git. Hatta bütün bunları bir kenara bırakıp git, hayatını yaşa. At çiftliği hayalini gerçekleştir, dünyayı dolaş, hayatının aşkını bul... Bu aptal krala boyun eğme artık.' Dedi Herobrine, bana son bir kez bakıp içeriye girdi. İblisle konuşuyor gibi değildim, sanki abimle konuşuyordum. Hani Notch'la konuşurken geriliyorum falan ya... Sanki Notch iblis, Herobrine kralımızmış gibi hissettim." Dedi Alex.

     Kafamdakileri toparlayıp Alex'e baktım, "Aslında benim de söylemek istediğim birkaç şey var Alex." Dedim, ona Herobrine ile alakalı yaşadığım her şeyi anlattım. Beni dikkatle dinledi, suratında anlayışlı gülümsemesi vardı yine. Saatlerce Herobrine hakkında konuştuk. Evet, Herobrine'ın iyi olduğuna inanan iki kişi vardı şimdi. Asıl kralı yani Herobrine'ı tahta geçirecektik Alex'le birlikte.

    Kaleyi içten fethedecektik.

"Sen bana aitsin..." (Herobrine X Steve)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin