_
yağmur damlaları inadıma yapar gibi hızını daha da artırırken zaten yeteri kadar ıslanmış sigaranın dayanabilecek gücü kalmadığı için basitçe attım yere. kaderine boyun eğmiş bir şekilde kendini teslim ederken gözlerimi boş sokağa çevirdim. eh, götüyle inatlaşan donuna sıçar misali, direnmeye çok da gerek yoktu. en kötü iki nefesim vardı. ikimize de bu eziyeti çektirmeyecektim.
üzerimdeki deri ceketten aşağı süzülen damlalar içime işlemeden akıp gidiyordu. fakat saçlarım bu şanstan epey ıraktı ne yazık ki. lağım faresi ile aramızdaki tek fark, benimkiyle aynı boyda olmasıydı sanırım.
aklıma gelen boktan düşünceyle yüzümü buruşturdum. ellerimi cebimden çıkarmadan ıslak kaldırımda botların çıkardığı sesle yeni taşındığım eve gidiyordum. ve siktiğimin sokağında tek ses buydu, evet. kenar köşe mahalle nerede, jeon jeongguk oradaydı. işin kötü tarafı az bir geliri karşılayacak evi bulana kadar dokuz doğurmuştum. en sonunda rastgele burası çıkmıştı karşıma, fiyatı da düşüktü ve düşünmeden aldım. çünkü düşünürsem eimdeki para gittikçe azalacak, bana da ev yerine sokak köpeklerinin koynunda uyumak düşecekti. yabancı da sayılmazdım böyle yerlere, çocukluğum çok da şaşalı geçmemişti en nihayetinde. bu yüzden tek derdim üniversite bitene kadar rahat bir evde yaşamaktı. birkaç gündür busan'da olduğum için jimin benim yerime eşya işlerini halletmişti sağ olsun. bugün gittiğim gibi zıbarma planları yapmıştım. sonunda.
geldiğim apartmanın önüne duraksayıp baştan aşağı süzdüm yapıyı. en kötü 5.1 şiddetinde yıkılacak, sağlam ve sakin bir yerdi. klasik, lacivert ve beyaz tonları güzel bir görünüşü vardı yapının. ev sahibi fiyatın düşüklüğünün sebebini acil paraya ihtiyacı olduğunu söylediğinde inanmamıştım ama haklı olduğuna bu kadar sevineceğimi de düşünmezdim. mahalle lüks gibi görünse bile tekin olmadığı anlaşılıyordu. düşük maliyetli lüks bir ev, kulağa fazla iyi geliyordu şimdi. tekin olmaması benin için yalnızca eğlence olurdu. her zamankinden.
benim için uzun ama kısa bir uğraşın sonunda evime girmiştim. bir oda, bir salon ve geniş bir mutfak. eşyalar olması gerektiği yerde ve temizdi. jimin bu konuda güveneceğim tek insandı ve yanıltmamıştı beni. zafer gülümsesiyle birlikte kendimi odaya attım. öylesine yorgundum ki, üniversite başlayana kadar sadece uyuyacaktım. ve sadece iki gün. iki gün boyunca uyanmak gibi bir planım ve nedenim yoktu.
masanın üzerindeki lambayı yaktığımda oda loş bir ışıkla yeteri kadar aydınlanmıştı. derin bir nefes aldım, ceketi çıkartıp yatağın üzerine attığımda beklemeden tişörtü de yanına yolladım. dolaptan elime ilk geçen eşofman ve tişörtü aldığımda altımdakileri de çıkardım. eşofmanın ardından tam tişörtü giyecektim ki gözlerim bir yere takıldı.
perde açıktı. ve pencerenin tam önünde turuncu bir ışık vardı. karanlıkta pek seçemediğim için önüne doğru adımlamaya başladım. yaklaştıkça görüntü netlik kazandı, buna eş zamanlı olarak kaşlarım yavaş yavaş çatıldı. kapalı olan pencerenin kulpunu çevirip açtığımda aramızda bir metre bile olmayan karşı binanın penceresindeki çocukla karşı karşıya geldim. fazla ve gereksiz yakındı pencereler. elimi uzatsam dokunacaktım, o derece.
üzerinde hiçbir şey yoktu. siyah saçları alnını tamamen kapatırken tek dirseği pencere pervazına dayalı bir şekilde sigara içiyordu. o küçük turuncu ışığın sebebi de buydu, evet. çene hatlarından geniş omzularına kadar inceledim o süre içinde çocuğu. omzundan muhtemelen sırtına kadar inen bir dövmesi vardı. bakışları da her an yüzüme sert bi' yumruğunu geçirecek türdendi.
"hayırdır, hoşuna mı gitti gösteri?" dedim sırıtarak. tişörtü giymediğim için şu an soğuk hafif hafif gıdıklıyordu tenimi. dirseklerimi pervaza yaslayıp bir cevap beklemeye başladım o sıra. bakışlarındaki soğukluk hâlâ devam ediyordu. sigarasından derin bir nefes alıp dudaklarını yaladı. gözlerim oraya kaydığında kafamı yana yatırdım.
"ilk günden göze batma derim."
daha çok sırıttım. bu cümleden mahallenin efesi olduğunu anlamam çok da uzun sürmedi. eğlence arayışımın da bu noktada sonuna gelmiş bulunuyordum. istediğimi almış olmam içimde ufak bir adrenaline sebep vermişti.
"velev ki battım, ne yaparsın?"
hiçbir zaman geri çekilen biri değildim, olmayacaktım da. tek bir felsefem vardı, kısasa kısas.
göze göz, dişe diş, kana kan.
sinir bozucu bir yanı da tepkisini öylece sürdürüyor olmasıydı. mimik oynatmıyordu ve bu olay ister istemez kışkırtma arzusu yaratıyordu içimde. ya da bütün olay benim orospu çocukluğumdaydı. çünkü ortada bir neden yokken bile çocuğu kendime bela edecektim.
"bu kadar cesaretli oluşunu yeni olduğuna sayıyorum." dedi. sesi fazla kalın ve boğuk çıkıyordu. usta bir yakışıklılığı vardı, her yönden çekici biri olduğu gerçekti tabii. eh, benim de gay olduğumu varsayarsak sezonluk hate love dizisi çıkaracak gibiydik.
"burası korkmam gereken kısım mı?" dedim alayla. karşımda uluslararası mafya lideri bile olsa ne huyumdan, ne de tavrımdan ödün vermezdim. öleceğimi bilsem bile diklenmeye devam ederdim.
çünkü babam her zaman bana iflah olmaz bir orospu çocuğu olduğumu söylerdi.
tam ağzını açmış bir şey söyleyecekken arkadan sarılan kollar ve tiz bir sesle sustu yeniden.
"bebeğim, devam edecek miyiz?"
kız çıplak bedeniyle karşımdaki çocuğu sarmalarken yüzümü buruşturdum.
"cigarette after sex mi? hadi ama dostum, boş tehditlerini bırakıp sikişine geri dönmelisin."
çenesinin kasıldığını gördüğümde sırıtarak doğruldum. dilimle dudağımdaki piercing'i dürterek son bir bakış atıp odaya dönerken aklımda tek bir şey vardı.
ben deniz jeon jeongguk, belaya susuz kalmıştım.