.
gözlerim karanlığa alışmaya başladığında seçemediğim tek şey kafamın içindeki bir takım, hatta birkaç takım düşüncelerdi. yani bakardım aslında, baktığımı da görürdüm. lâkin bu bir tek bende işe yaramıyordu. görmeyi siktir et, kendime bakamıyordum bile. ya açı kaybı, ya da yansıma hatası. hangisi daha şaşalı bir bahane olursa. bir şekilde gözlerim bu karanlığa alışamıyordu ya da inatla reddediyordu.
bugün çok keyfim yoktu mesela. böyle anlarda oturur hayatımı baştan sona ince ince düşünür, kendimi daha da depresif bir orospu çocuğu ilan ederdim. buna oturma odasının duvarı ya da balkon demirleri şahit olurdu en çok. düşündükçe battığımı, battıkça götü başı dağıttığımı fark ederdim. bunun şerefine üzerine bir bardak soğuk su içer götümün üzerine otururdum uslu uslu. ya da kafam eser millete kükrerdim. bir dengesi yoktu bunun, hırsımı böyle alırdım genellikle.
iki gündür fakülteyi geç evden dışarı adım atmamıştım yine. tamamen sikimin keyfine göre hareket ediyordum ve hiç iyi gelmiyordu. kafayı yiyecektim. ne kavga, ne gürültü, ne de başka şeyler. hiçbir şey içimden gelmiyordu şu sıralar. yediğim dayaklar biraz ağır gelmiş olsa gerek, vücudum da pek sağlam sayılmazdı bir de.
kafamı koltuğun sırt kısmına yaslayıp gözlerimi sıkı sıkıya kapattım zifiri karanlık salonda. biraz kendime gelsem süper olacaktı gibi. gibisi yok, öyle de olacaktı. yoruyordu bir müddet sonra.
sanki birileri duymuş gibi kapımı çaldığı sıra gözlerim açıldı yavaşça. gelen ya jimin, ya da hoseok hyung olmalıydı çünkü telefonu kapattığım için bana ulaşamamışlardı muhtemelen. istemeye istemeye yerimde doğrulup savsak adımlarımı koridora doğru hedefledim. üzerimdeki sweatshirt kaymış ve eşofmanın lastiğine dek açıkta bırakmıştı sağ tarafı. saçlarım gözümün önünü görmeme müsade etmiyordu üstelik, gülümsedim o kısa sürede hâlime.
önce koridorun ışığını, sonra da kapıyı açtım. karşımdaki beklediğim görüntünün aksine kim taehyung olunca küfür etmek için araladığım dudaklarımı geri kapattım. tek kolu kapının pervazına yaslı, diğeri eşofmanın cebinde öylece dikiliyordu kapımda.
"kaç kişi bindi tepene, ne bu hâl?"
söylediği şeye gülerek kafamı kapıya yasladım.
"intihar edeceğim kadar çok."
bakışlarındaki alay söndüğünde sırtını dikleştirip kafasıyla içeriyi işaret etti.
"izin var mı?"
"buyur."
geriye çekilip geçmesine müsade ettiğimde önümden gecip sanki ezbere biliyor gibi salona yöneldi. kapıyı kapatıp ben de peşinden gittiğimde çoktan koltuğa yayılmış, sokak lambalarının aydınlattığı odaya hükmetmeye başlamıştı.
"hayırdır, hangi kasırga attı seni buraya?"
"geberdin mi diye yoklayayım dedim."
kim taehyung beni asla şaşırtmıyordu. neden bilmiyorum fakat geleceğini hissediyordum zaten. hemen yanındaki boşluğa kurulup eski pozisyonu aldım ben de. gözlerimi kapattım sonrasında.
"gebermiş miyim?"
"berbat görünüyorsun, gebermek bir yana dursun."
sesinin yakınımda olması, her konuştuğunda nefesinin bana ulaşması beni bir şekilde tatmin ediyordu. her ne kadar o nefesi dudaklarımın arasına misafir etmiş olsam da yetmiyordu. kim taehyung, bana yetmiyordu fakat bunu bilmesine de gerek yoktu. en azından ben kafamda bir şeyleri netliğe kavuşturana kadar.