eğer olur da bir gün ölürsem, ve bu vaka lânet olası baş ağrıları yüzünden olursa gözlerim açık gidecektim eminim ki. baş ağrısı yüzünden ölmek... dostum ölmenin daha havalı yolları vardı.
mesela kim taehyung.
bunu ister miydim? evet, o kadar takıntı hâline getirmiştim birkaç günde. beni ona çeken bir şeyler vardı. ölüm ya da başka şeyler, ne olduğunu bilmesem de onu istiyordum.
burası tam olarak azrailime âşık olduğum kısımdı, evet. neyim ben, ergen bir liseli mi?
şaka bir yana, aşk güçlü bir duyguydu. böyle şeylere hep uzak kalmıştım. bilmiyordum ne olduğunu. basit flörtler ya da ilişkiler değildi kastım, aşk bunların çok uzağında ve safında kalıyordu biraz. hayatımda ölüp biterek sevdiğim biri olmadı. olmasını da istemedim çünkü zayıf düşmekten nefret ederdim. biraz para, fazlasıyla güç ve bir iki dost ile de çıkabilirdi hayatın tadı.
ve ezeli bir düşmanla.
uzaklaştırma aldığımdan beridir evdeydim. ağrılarım nüks ettiğinden adım atacak hâlim bile yoktu. sağlam vurmuştu orospu çocuğu, sırtımda büyük bir morluk vardı hâlen. uzandığım zaman acıyla tıslayarak geri kalkıyordum. dudağımdaki yara hiçbir zaman geçmiyordu, her defasında bir yumruk daha yiyerek tazeliyorduk. âdi bir zevkti bu. başa çıkılmaz bir arzu.
taehyung ortalarda yoktu. sırf onu görürüm diye perdeler açıktı hep lâkin ışıkları bile yanmıyordu. süregelen koca bir sessizlik. bir ibnelik vardı bu işin içinde. merakla da bekliyordum doğrusu.
bruce willis'ın öldürme arzusu filmini bilmem kaçıncı kez izlediğim ve başka yapacak aktivitem olmadığı için televizyonu kapatıp oflayarak kafamı koltuğa yasladım. sıkılmıştım. jimin muhtemelen uyuyordu ya da tanımadığı insanların partisinde eleman düzüyordu. her iki karakteri de tek bedene sığdırıp yaşamak park jimin için realist bir davranıştı tabii. çok sorgulamamak gerekti.
tavan ile uzun bir bakışma ardından doğrulup saçlarımı karıştırdım. saat gece yarısını çoktan geçiyordu. bu saatlerde gideceğim tek yer de hoseok hyung'un yanı olduğu için ayaklanıp odama yöneldim. kapıyı açtığım gibi karşıdaki yanan ışık ve açık pencereyi gördüm. nabzım anlık olarak yükseldiğinde bir süre öylece orada dikildim. gelmişti. belki pencerenin önünden geçer diye bekledim üstelik. öyle bir niyeti olmadığını anladığımda siktir edip ışığı açtım. dolabın önüne geldiğimde sanki beni izliyormuş gibi bir his kapladı içimi. dönüp bakmak yerine kıyafetlerin arasından siyah bir tişört çektim. bu sırada da sırıtıyordum.
kim taehyung, beni izlediğini her zerrem hissediyordu.
üzerimdeki kazağı çıkartıp yatağın üzerine fırlattım. hafif soğuk hava sırtımdaki morluğu sızım sızım sızlatırken elim eşofmanın lastiğine gitti. yavaş hareketlerle onu da çıkarttığımda üzerimde sadece boxer vardı şimdi.
gününü güzelleştirdiğim için bana minnet duymalısın taehyung.
hoseok'tan sonra uğrayacağım yerler vardı. sırf aradan çıksın diye onları da bugüne koydum. evet, tam şu an. bu yüzden aldığım siyah pantolonu bacaklarımdan geçirip çekmeceden yine siyah olan kemeri aldım elime. hafif yan dönüp sırtımı dikleştirirken kemeri usta hareketlerle takmaya çalışıyordum. hava olsun diye değil kesinlikle. nihayet bunu başardığımda ensemdeki saçlara gitti elim. o sırada yine bir kramp daha girdi sırtıma. tek elimi gardrobuna yaslayıp kafamı eğdim.
taehyung ise sadece sırt kaslarım ve kalçalarımı saran pantolonu görüyordu. tabi ben şizofren değilsem.
bu kadar şovun yeteceğini düşündüğüm için tişörtü de geçirdiğim gibi yine ve yine siyah olan deri ceketi çektim üzerine.
![](https://img.wattpad.com/cover/356074398-288-k36249.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
rascal |tk
Teen Fictionparmaklarımı morartacak kadar yumruk atılası bir yüz. nefesini kesecek kadar öpülesi bir yüz.