"o siktiğimin topu öyle atılmaz."
elindeki topu usta bir şekilde potaya attığında yüzündeki sırıtış ile bana döndü. gururlu gururlu kafasıyla işaret ettiğinde gözlerimi devirdim.
"rakibinden topu dirsek atarak alırsa herkes atar." dedim.
"ben masum oynamam jeon, tadı çıkmaz." dedi üzerime gelirken. olduğum yerde nefeslenmeye devam ettim ben de. terlemiştik. ikimizin de saçları terli alnına yapışmıştı ve taehyung bana kıyasla sanat eseri gibi duruyordu.
ben hem hasta, hem uykusuz, hem yorgun hem de on kamyon adam tarafından sikilmiş gibi duruyordum muhtemelen. toplum için sanat dedikleri o olay. sanat için toplum?
sanatın sanat için olması daha az yorucuydu sanki.
"bir el daha." dedim tam önümde durduğunda.
"hayhay." dedi. topu eline alıp sektirmeye başladığında bu defa ben de masum oynamayacktım. üzerine doğru gittiğimde hiç düşünmediği şeyi yapıp ayağımı arkasına uzatıp göğsünden ittim. sendeleyerek dengeyi sağlamaya çalıştığında ayağıma takılıp yere boylu boyunca uzandı. sırıttım. kaçırdığı topu alıp olduğum yerden üçlük attım.
"haklıymışsın, tadı böyle çıkıyormuş." dedim. sinirle ayağa kalktığında top bu defa bendeydi. olabilecek her şeye hazırdım. ki o da altta kalacak bir herif değildi. onda en sevdiğim, etkilendiğim ya da hoşlandığım özellik buydu sanırım.
çeneme bastığı yumruğun hemen ardından ben acıyla küfürler ederken o topu alıp yürüyerek potanın altına gitti. sonra da gözüme baka baka topu potaya attı.
"kanını sikeyim taehyung." dedim dişlerimin arasından. hasta olduğumdan hassastım, canım kolay yanıyordu.
"bloody fetişin olduğunu bilmiyordum."
bu kez de ben üzerine doğru yürümeye başladığımda niyetim sayı değil, kavgaydı. bunu basketbol adı altında gerçekleştirmemiz işe sadece renk ve tarz katardı. sırıtan yüzüne aynı şekilde yumruk attığımda sendeledi ama düşmedi. eli burnuna gittiğinde kanadığını anlamam uzun sürmedi.
"siktiğim."
ben vuracak diye beklerken yakalarımdan tutup sırtımı sertçe potaya yasladığında yüzüme eğdi yüzünü. olmaması gereken ama olması şart olan bir yakınlıktaydık. nefesi dudaklarıma akın ediyordu.
"seni bu potanın altında sabaha kadar beceririm jeon jeongguk." dedi derin sesiyle. hiç olmayacak şey oldu, sinirlenmem gerekirken tahrik olduğum çarptı yüzüme. o ufak zaman diliminde sadece ikimizi hayal ettim potanın altında. şimdiki gibi ama farklı pozisyonlarda.
tanrım.
"götün yerse yapsana." dedim. gaza getiriyordum bir nevi. eğer benim kadar inatçıysa istediğimi elde etmem uzun sürmeyecekti.
değildi ama. bir süre gözleri dudaklarıma takılı kaldığında öpmek yerine yakalarımı bırakıp geri çekildi.
"kaşınıyorsun." dedi. kaşınıyorum.
güldüm. hava çoktan kararmıştı. saatlerdir buradaydık. hastalığı çoktan siktir etmiştim ama yorgunluk hiç de öyle demiyordu. kendimi yere bırakıp kollarımı açarak uzandım. vücuduma gelen rahatlama keyfimi yerine getirmişti.
"eve bırakayım seni, soğuk yersen geberirsin bu kez." dedi.
"bir şey olmaz bana."
"inadını sikeyim senin."
yanımda hareketlilik hissettiğimde onun da uzandığını anlamam uzun sürmedi. bir süre sessizce kapalı gözlerle uzandım. hareket ettiğimden olsa gerek, havanın soğuk olduğunu şimdi fark ediyordum. hafiften üşüme perileri dokunmaya başlamıştı bana.
"arada gelelim buraya." dedim sessizliği bozarak. "buralarda olurum genelde." dedi o da. "ben gelirim o zaman."
"buyur, zevkle karşılarım seni." dediğinde yeniden gülümsedim. tekrar sessizlik hükmetmeye başladı etrafa.
"neden böylesin?" dedi sonra.
"nasılım?"
"kendinden nefret ediyorsun da acısını bedeninden çıkarıyorsun gibi."
bu açıdan bakmamıştım ama kendimden nefret ettiğim zamanlar olmuştu. ve ben yine kendimi acıtmıştım.
"bu bedende olmayı ruhum seçmedi." dedim kapalı gözlerle.
"irade işi, ruhuna eziyet çektiren de sensin."
"en iğrenç zihine mahkûm bir ruh da olabilirdi taehyung. en boktan insanın iradesine sıkışıp kalmış da olabilirdi. ama benim irademde."
"karışıksın."
"bilmem mi?"
acı ve zevk çoğu zaman aynı şeydi benim için. mazoşist olabilirdim belki, yahut başka psikolojik bir rahatsızlık? bildiğim tek şey belaya olan arzum, belki de illegal zevklerimdi. kavga etmeyi severdim, dayak yediğim kadar yedirdiğim de oluyordu. fakat hiçbir şey taehyung kadar zevk vermiyordu.
kısacası canıma susamıştım ve hayatımı kaydırması için bir prense ihtiyacım vardı. masal kitaplarındaki hayat kurtaran yakışıklı prensin modası geçmişti ne de olsa. işe biraz dokunuş gerekiyordu.
"nefretten beslenirim çünkü ilgi, sevgi beni açmaz. rekabet ve öfke, olayım bu."
"harbiden canına susamışsın."
"ve sen de bunu gideriyorsun."
o da güldüğünde gözlerimi açıp doğruldum.
"yarın zatürre olacağım galiba." dedim yüzümü buruşturup. gözlerini devirerek ayağa kalktı taehyung. sonra elini uzattı yangın merdivenlerindeki gibi.
"yürü, arabam burada."
itiraz etmeden elimi elinin arasına bıraktım. kalkmamda yardımcı olduğunda hafif bir sendelenme yaşasam da taehyung kolumu tutarak kendime getirdi beni.
"hastaneye gitmek gibi bir niyetin vardır umarım?" dedi elini alnıma yerleştirip. "dayak yiyerek ölmen daha şekil olur."
ufak bir kahkaha ile karşılık verdiğimde hâlâ el eleydik. eh, bana kalsa bırakma niyetinde değildim de şahsen.
"sadece eve götür beni. uykusuzluk yüzünden sarhoş gibiyim, uyusam geçer."
taehyung baş edemeyeceğini anladığında elimi bırakıp önden yürümeye başladı.
"benden günah gitti, ölmemeye bak."
peşinden giderken bütün vücudumda ağrı hissediyordum. yine de adımlarımı sabit tutmaya çalışarak peşinden ilerledim. geçenlerde paramparça ettiğim arabası şimdi ışıl ışıl bana bakarken yüzüme yayılan sırıtışa engel olamadım.
"iyileşmiş."
"onun için seni ayrı sikeceğim zaten. hızlı iyileş." dedi homurdanarak. omuz atıp ön koltuğa oturdum. o da diğer tarafa geçip sürücü koltuğuna yerleşti.
arabanın içi sıcaktı. kokusu sinmiş olmalı ki daha yoğun alıyordum kokusunu. hiçbir şey konuşmadık sonrasında. çünkü ben gözlerimi kapatır kapatmaz uyumuştum.