siktir edin o iki günlük uyku serüvenini. it gibi sürtüp de eve gelemediğim iki gün boyunca saysalar üç saat anca uyumuştum. dengesizliğin beden ve zihin bulmuş hali olmam bir yana dursun, bir saat önce ne dersem sonrasında ona uzak olan her şey dilimden düşerdi. işte ben tam olarak bu huyumdan nefret ediyordum.
biraz evvel park ettiğim arabadan inip kollarımı iki yana açarak esnedim. sırtım kendini rahatlığa bırakırken bacaklarım çoktan özgürlüğü ilan etmişti bile. kaç saattir arabadaydım sahi? üç, beş? ceketin cebinden paketi çıkartıp bir dal çektim parmaklarım arasına. elimle siper edip yaktığım sigaradan içime uzun bir nefes çektim.
tam eve yönelecekken elinde poşetle son sürat koşarak mahalleye gelen bir genç gördüm sonrasında. kalçamı arabaya yaslayıp onu seyretmeye başladım. sorun şu ki, bana doğru koşuyordu. fark edince kaşlarım çatılmış, savunma mekanizmasını aktif hâline geçiren nöronlarım tek elimi sıkı sıkıya yumruk yapmıştı. hazırda bekliyorduk öylece.
"tanrım, seni bana kurtuluş olarak gönderdiler."
yanıma geldiğinde nefes nefese kurduğu cümle ile birlikte arabaya yasladı kendini.
"dostum, yalvarırım yardım et."
anlamamış gözlerle ona baktığımı fark edince duraksadı.
"ben hoseok, amına koyduğumun pizzacısında çalışıyorum. şu binayı görüyor musun? oradaki yürüyen bela sipariş vermiş ve kimse gitmek istemiyor diye işi bana kitledi ibne yoongi."
gösterdiği bina dünkü çocukla samimi sohbet içine girdiğim binaydı. ve muhtemelen de bahsettiği yürüyen bela da o'ydu.
"korkmuyorum ama acil bir işim var ve yapmazsan yoongi götümü siker. bunu Kim apartmanı, en üstteki daireye bırakır mısın? 7. daire. lütfen, karşılığında ne istersen yaparım zaten hemen aşağıda pizzacı."
yüzüme sinsi bir sırıtış yayılırken ayağıma gelen fırsatı geri çeviremezdim. karşımda nefes nefese ve terden sırılsıklam olan kızıl saçlı çocukta gezdirdim gözlerimi. bana büyük bir umutla bakıyordu. çok düşünmeden aldım poşetleri.
"uğrarım, pizza senden."
hoseok denen herif o kadar mutlu olmuştu ki buna, gülümseyerek özür ve teşekkür sıralayıp yine aynı hızda gitti. acil işi olduğunu sanmıyordum, öyle ki bana anlatacağı süre içinde çoktan teslim etmiş olurdu pizzayı. korkuyordu ve ben hâlâ nedenini öğrenememiştim. en kötü mafya çıkardı bu da çok sikime takacağım bir şey değildi. bu yüzden sigaradan son nefesi çekip yere attım. postalın ucuyla dümdüz ettikten sonra da 'kötü' çocuğun apartmanına yönelttim adımlarımı. eminim ki beni gördüğüne çok sevinecekti.
"siktiğimin yerinde neden asansör yok mesela? dört merdivenlik yeri fantezi olsun diye kırka bölmüşler resmen."
çıka çıka bitiremediğim merdivenlerde sona gelince derin bir nefes çekip altın harflerle yazılmış yedi rakamında gezindi gözlerim. yüzümdeki sırıtış düz bir hâl alırken merakla zili çaldım. heyecanlıydım. en çok da vereceği tepkiden.
kapıyı açan olmayınca bir kez daha denedim. bu da başarısız olduğunda bu kez basılı tutup açılana kadar da çekmedim parmağımı zilden. ve nihayet amacıma ulaşmıştım. kapı açıldı.
"senin o parmağını siker-"
duştan yeni çıkmış olduğu belli olan omzundaki havlu, belindeki eşofman ve ıslak saçları ile karşımda dikilen herif beni gördüğü gibi cümlesini yutmuştu. yavaş bir hızla kasları çatılmış ve dudakları aralanmıştı. omzumu yasladığım kapı eşiğinde düz ifade ile ona bakıyordum.
"fantezi dünyan düşler ötesi."
elimdeki poşeti ona uzattığımda boş gözlerle ona bakmaya başladı bu kez.
"bugün alırsın umarım, terminatör olsam sabaha kadar tutardım inan."
poşeti almadan birkaç adım daha atıp aramızdaki mesafeyi santimlere indirince bu kez benim kaşlarım çatıldı. yüzlerimiz yakındı ve hafif kokusu her tarafımı sarmış bir hâlde bakışıyorduk.
"gözüme öyle batıyorsun ki." dedi soğuk bir sesle. sırıttım.
"tüh, çok üzüldüm. nasıl yaparım bunu?"
"çocuk, sabrımı zorlama."
"çocuk mu?" dedim alayla. biraz daha yaklaştım yüzüne. "o ağzını sikip dağıtmadan önce şu siparişi al ve gideyim. ha eğer almazsan,"
hafifçe geri çekilip poşeti içeriye doğru fırlattım. "sana yardımcı olurum, büyük bir zevkle."
çenesi kasıldı. ve buna anbean şahit olduğum için bir tık daha heyecanlanmıştım. ki beklediğim şey de çok fiyakalı bir şekilde gerçek oldu.
karşımdaki çocuk yüzüme, hayatım boyunca yediğim en ağır olan yumruğu bastı. geriye doğru sendelenirken dengemi göt zoruyla sağlayıp yerimde durmayı başardım. düşmeden.
"siktir." dedim yarı acı, yarı heyecanla. parmağımı dudağıma bastırdığımda süzülen kanın sıcaklığı karşıladı beni. "elinin ayarını sikeyim, piercing koptu galiba."
bir anda nasıl olduğunu bilmediğim bir şekilde sırtım sertçe duvara yaslandı. ceketin yakalarını sıkı sıkıya kavrayıp burun buruna getirdi teması.
"seni bir kez daha uyarmayacağım jeon jeongguk, bu kez yumrukla kurtulamazsın." dedi dişlerinin arasından. adımı biliyor olmasını siktir ettim o saniyelerde.
pekâlâ, oyuna dahil olmanın vakti gelmişti artık. yüzümün yakınındaki surata düşünmeden kafamı gömdüm. benim gibi geriye sendelenirken üzerimi çırpıp acıyı umursamadan konuştum.
"boş vaatler sunma, yap. çevrendekiler gibi korkutacağın biri değilim. ayrıca,"
şaşkın ve sinirden patlayacak yüzüyle öylece bana bakıyordu. şu mafya filmlerindeki klasik replikler dönüyor gibiydi aramızda.
"iyilik yapıp pizzanı getiriyoruz korkuttuğun kuryeler yüzünden. gördüğüm muamele hoşuma gitmedi."
dudağımdaki uyuşukluk yavaş yavaş yok olurken acıyı daha çok hissetmeye başlamıştım şimdi. yüzüm buruşurken üzerime atlamak üzere olan bakışlarına çevirdim gözlerimi. bu kadar aksiyon bu güne yeterdi, ölmek için bu kadar çırpınmam da ayrı bir meseleydi zaten. merdivenlere yönelirken son kez konuştum.
"şu kız arkadaşına da söyle, kendi cinsi dikkatimi çekmiyor. kendisi hiç."
sonra da çekip gittim beklemeden. evet, başıma büyük bir bela almıştım ve bundan gram haberim yoktu. yarın kampüsü bana dar edeceğinden de öyle.
olsa da bir şey değişir miydi bilmiyorum gerçi.