Yoru da onayladı, bana gülümsedi.
Ortam çok derin bir hal olunca kendimi biraz çekmek istedim.
Yoru, "Hey, hadi git. Biraz hava al, yüzünün rengi atmış. İyi misin..?"
"Emin değilim. Pompalanan her kanı hissediyor gibiyim. Kemiklerim sızlıyor.
Çok, boşlukta hissediyorum, Ryo...""Biliyorum, Sunwoo, biliyorum. Seni çok iyi anlıyorum. Beraber bu psikolojiye alışacağız, eminim. Lütfen kendini yorma, bunlar anında olacak şeyler değil."
"Senin de başını şişirdi..." Sözümü bitirmeden Yoru atladı. "Saçmalama, hadi git biraz yağmuru izle. Çok severim."
Tamam, belki de haklısın dedim.
Yoru'yla olan sohbetimi bitirip Yağmuru izlemek için balkona yöneldim.
Sahi, böyle bir iklimde yağmur yağdığı nerede görülmüştür? Resmen çöl burası, diye düşünmedim değil.
Hissettim, Cypher kesin buradaydı. Sabit kalıp kendi kendime sorarcasına, "Havalar ne zamandır böyle?" Diye sordum. Cevabın geleceği belliydi."Sen sorduğundan beri" Diyen bir ses geldi yerini çözemediğim bir konumdan. Gülümsedim.
Aslında onun adına garip hissediyordum. Çok şeyler kaybetmiş gibiydi.
Bunun üzerine düşünmek lazım. Ama ona sormaya çekindim.Balkon çok yüksek değildi. Aşağıya inip poligon niyetine kullanabileceğim hedefler aramak istedim.
Kurusıkı yanımdaydı. Çalışsam iyi ederdim.Kendimi topladım, o gün havalanabilmiştim. Şimdi tekrar hafif bir iniş yapabilirdim. Çok hafif olmasa da olur, diye düşündüm. Belki yaralanırdım ama alışırdım ya. Ya kendimi ayarlayamazsam, o zaman da felç kalabilirdim, ya da bir yerlerimi kırardım. Deneyerek öğreneyim madem.
Balkonun demirliklerine yaslanıp kendimi geriye yasladım. Havanın sabah olmasına rağmen ne kadar karanlık olduğunu, bulutların harika bir senfoniye eşlik edermişcesine tüm gökyüzünü kapladığını gördüm. Çok güzeldi aslında, her şey mahvolurken bile.
Kendimi bıraktığımda 3 kat, bilemedim 4 kat düşecektim. Bir anda kendimi bıraktım.
Çok anlık bir düşüş.
İlk saniyede kendimi hafifletmeyi başaramadım ama sonlara doğru kontrolü alabildim, sanmıştım. Bir anda yere çakıldım. En azından tüm katı düşmemiştim. Çok yaralanmadım, diye düşündüm.En azından merakım gitmişti.
Asfalt, taş ve kumla karışık zemine yapıştım. Her yerim ıslanmıştı.
Ne haldeyim ben diye düşünüp doğruldum. Koşarak yaklaşan bir ayak sesi duydum.Ses sağdan geliyordu. Bir anda kurusıkıyı refleks olarak oraya yönelttim, sanki bir işe yarardı. O vurmak için bile değildi.
Ellerim az da olsa titriyordu, gelen kişi elinin tersiyle silahı savuruverdi.
"Dur lan, manyak! Kaç kattan düştün farkında mısın sen? Neren yaralandı?"
Phoenix endişe ve sinirle dolu gözleriyle beni tarıyordu.
"Yahu yok bir şeyim. Alt tarafı yere çakıldım. İyiyim yani." Dalga geçtim.
Bu konuda emin olup olmadığımı birkaç kez sordu, ama çok ağır düşmemiştim zaten. Elimle kendimi siper ettiğim için kötü olmuştu sadece.
"Silah da yakıyor yalnız ;) " Diye tebessüm etti Phoenix.
"Sağ ol yakışıklı-"
Phoenix"Kaldırayım, hanımefendi." Diyerek elini uzattı.
"Elin kötü duruyor, lazım mı bir şey?"
Tekrardan önemli olmadığı söyledim ve alıştırma yapmak istedim ama nasıl yapsam bilemiyorum tarzında bir diyaloğa girdim. Bana kafasından bir kaç target gösterdi ve hangi elimi daha sık kullanıyorsam onunla tutmanın daha mantıklı olduğunu söyledi, ve daha bir çok şey.
"Mesela şu kutu fena olmaz?" Dedi Phoenix. "Emin değilim, deneyeceğim." Diye cevap verdim.
"Evet, biraz daha yan dur, mümkünse öbür gözünü kapat. Al benimkini, Brimstone vermişti."Ateş ettim, başarılıydı ama...
aniden kutu alevlendi ve patladı.
Kutu pek yakında olmasa da neyi aleve vermiştim bilmiyorum, acayip bir patlama olmuştu. Phoenix bir anda bana sarıldı, ilk başta anlam verememiştim. ama alev git gide artıyordu. Öyle bakakalmıştım.
Alevler artarken Phoenix beni dürttü, "Hey, iyi misin?" Yaralandın mı? Hadi Kalk..." Gibi şeyler söyledi. Ama kafamda çok başka şeyler vardı.
Bir his beni dürtüyordu, tetiklendim ama ne olduğunu bilemedim. Sanki bilinmezlik beni o aleve çekiyordu, beynimin sessizliği etrafın seslerini bastırıyordu. Aleve gitmek istiyor gibiydim ama aynı zamanda çok korkmuştum. Ölümüm ondan olacak gibi hissettim. Bir anda bu hipnozdan çıkıverdim ve Phoenix'in 2. Dürtüsüyle ayağa kalktım. Yağmura rağmen artan bu alevin sonu yok gibiydi. Seslere odaklanırsam herkes buradaydı, ama etrafta oksijen bile yok gibiydi."Sunwoo, yürüyebilir misin?"
E-evet, diyerek cevap verdim "O zaman gidelim, acil!" ve onun elinden sürüklenerek yol aramaya başladım.
Hava hala çok karanlıktı.
ateş aydınlatıyordu her yanı.
Alev beni içine çekiyordu.
Ama gitmek istiyorum.
...giderken artık zorlanmaya başladım, çünkü gitmeye açık pek bir yer kalmamıştı. Öksürerek, "Duralım, nolur..?" Demiştim. "Hadi, biraz daha dayan" cümleleriyle devam etmeye çalıştım. Artık gücüm yoktu ve nefes alamıyordum. Artan ayak sesleri birden kaybolurken Phoenix'in elini hissedemiyordum, yere yığıldım.
...ekip ve takımdakiler gelir, kurtulurlar.
Yerimden fırladım, gözlerim faltaşı gibi açılmıştı.
"Hey hey hey, rahat ol. Sadece adrenalin." Dedi yumuşak bir ses.
"Phoenix?"
"Endişelenme, o da iyi. Sadece düzenli nefes alıp vermeye çalışıyor. Bir sıkıntısı yok, ne oldu bilemiyorum, ölümüne korktum, devlet adına başımız belaya girmese bile..." Dedi Sage.Yoru "Yanıkları daha iyi mi? 2. Dereceden görünüyor. İyi misin?" Diyerek önce bana, sonra Sage'e yöneldi.
"Seni dışarı gönderen bendim, üzgünüm Sunwoo." Dedi tekrar Yoru.
"Bizi çok korkuttunuz, yağmura rağmen dehşet bir alev yayıldı." Dedi Raze. "Patlattığınız şey sıvı radyanit arkadaşlar." Dedi Killjoy'un boğuk sesi.
...ilk yardım biter, herkes üsse geri döner ve odaya tekrar yerleşirler. Ekipler gelip kutuları bölgeden alır, ortamı düzeltir.
devam edecek.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Radiant, Valorant (ara verildi)
Ciencia Ficción"Hey Sunwoo, bütün gün yemek yapıyorsun ve asla yemiyorsun; yemek yemeyi sevmiyorsan neden aşçı oldun ki?" Sırıttım. "Gurme olmadım ki ben." Ryo bu sefer laf dalaşında kaybetmişti. ✧*。 game cinematics, arts and storytell belongs to riot games, i d...