Elimdeki kıyafetleri bavula yerleştirirken geçmişimizi düşünüyordum. Aslında şu anki konumumuza çok da kolay gelmemiştik.
Tanışmamızın üstünden çok da zaman geçmemişti ki kocamın -o zamanki sevgilimin- başına felaketler birer birer üşüştü. Önce trafik kazasında annesini ve babasını kaybetti. Büyük bir yıkım yaşadı. Özellikle annesi. Onu çok severdi. Birkaç kez gittiğim evlerinde annesinin onu ne kadar sevdiği gözlerinden anlaşılıyordu. Ne kadar oğlu kaşı gözüyle uyarsa da onun çocukluk anılarını gözleri parlayarak anlatmaktan vazgeçmezdi. Ben de fotoğraf albümünden gösterdiği çocuğu gözümün önüne getirerek hevesle dinlerdim onu.
Babası daha katıydı. Gülümsediği anlara birkaç kez şahit olmuştum. Ama o anları gördüğümde kocamın babasının burnundan şıp diye düştüğünü daha iyi anlamıştım. Sert mizaçlı olmasına rağmen yine de oğluna gözündeki saklayamadığı şefkatle bakıyordu.
Kocam doğmadan önce annesi birkaç kez düşük yapmış. Kocamın da ellerinden kayıp gitmesinden çok korkmuşlar ama şükür ki o hayata tutunmuş. Sonra tekrar çocuk sahibi olmak isteseler de olmamış. Tek çocuk olarak büyümüş.
Odadan gelen hıçkırık sesleriyle içeriye girdim. Yatağın yanına çökmüş omuzları sarsılarak ağlıyordu. Elinden anne ve babasının çerçevelenmiş fotoğrafı sarkıyordu. Bu görüntü yüreğimi yaktı, gözlerim doldu. Koşar adım ilerleyip yanına çöktüm. Sarsılan geniş omuzlarına kollarımı dolayıp sineme çekmek istedim onu. İtiraz etmedi sığınacak liman bulmuş gibi kollarını belime doladı, gözyaşlarıyla ıslanmış yüzünü göğsüme bastırdı. Kollarımı gövdesine sardım. Keşke yaşadığı acıyı içinden söküp alabilseydim. Yüzümü tıpkı kendisi gibi darmadağın olan saçlarına gömdüm.
İki ay geçmişti kazanın üstünden hala toparlanamamıştı. Ama toparlanması lazımdı. Ailesinden kalan şirketin durumu gittikçe kötüye gidiyordu. Aslında bu durum kazadan iki üç ay öncesine kadar uzanıyordu. Ama kazadan önce elinden geleni yapıyordu işleri düzeltmek için şimdi ise kendini her şeye kapamıştı. Ailesiyle birlikte yaşadığı evden çıkmak istemiyordu.
Hıçkırıkları iç çekmeye dönünce yavaşça başını tutup göğsümden kaldırdım, yüzünü avuçlarımın arasına alıp parmaklarımla yüzündeki ıslaklığı silmeye başladım. Gözlerimi gözleriyle buluşturdum
"Rahatladın mı biraz?"
Gözlerinin kan kırmızısı hali içimi acıttı. Acısını alma isteğiyle parmak uçlarımla okşadım göz kenarlarını. Başını sallayarak onayladı sadece. Akan burnunu içine çekmesiyle dudağım kıvrıldı. Küçük bir çocuktan farkı yoktu şu an gözümde. Ayağa kalkıp komodinden birkaç peçete alıp yanına oturdum tekrar. Peçeteleri ona uzattım alıp sırtını bana dönerek hınkırdı.
İşini bitirince tekrar bana doğru döndü
"Aşkım toparlanmak zorundasın artık. Kendin için, benim için, elinden kaymak üzere olan şeyleri yakalamak için. Eğer o şirkete ne kadar çok değer verdiğini bilmesem asla bu kadar üstelemem ama elinden gidince ne kadar üzüleceğinin, kendini suçlayacağının farkındayım."
Gerçekten öyleydi dedesinden babasına kalmıştı. Babası da işleri ileride oğluna bırakmak istiyordu. Bunun için iki yıldır yanında tutup, eğitiyordu onu. Çok değer veriyorlardı oraya. Babasının yüzünü kara çıkarmak asla istemezdi.