yirmi bir.

606 71 137
                                    

TAEHYUNG

Sikimde bile değil.

Böyle demişti.

Bir hafta olmasına rağmen kalbimin ağrısı durmuyordu. Öyle korkunç bir acı çekiyordum ki her an ölecek gibiydim. Hatta ölsem belki çektiğim acı son bulurdu.

O akşamdan sonra milyonlarca özür mesajı okumuştum, kafasının yerinde olmadığı ve ne dediğini bilmediği farklı şekillerde söylediği milyonlarca mesaj atmıştı Jungkook.

Ben ise hiçbirine cevap vermemiştim. Aramalarını açmamış ve ne söz verdiğim gibi noelde, ne de geçtiğimiz pazar kiliseye de gitmeyerek beni görmesini engellemiştim.

Yine penceremden eve girmeye çalışmaması şansım olacaktı ki, öyle bir durumda şu an ne yapardım bilmiyorum.

Tek bildiğim onu görmek istemediğimdi. Kalbimin kırılmasına gerçekten gerek var mıydı? Ya da Jungkook hayatımda kalbimi kıracak yere sahip miydi? Ya da...

Ya da ben Jungkook'un kalbini kırabilir miydim? Benim sözlerim onu incitebilir miydi? Benim onun kalbindeki yerim neydi?

Bir haftadır bunları düşünmemek için çok uğraştım. Kaçmak fikri, Tongyeon'u terk edip yok olma fikri hiç bu bir hafta geldigi kadar cazip gelmemişti. Kaçarak sığınabileceğim kocaman bir dünya vardı, dünyanın herhangi bir yerine kaçabilirdim. Kendime bütün bunları tekrar etmeyi üç gün önce bıraktım.

Çünkü kendimden kaçamayacağımı fark ettim.

Kendimden kaçamadıkça Jungkook'tan da kaçamayacaktım, Jungkook içimde öyle bir yer edinmişti ki nereye gidersem gideyim beni takip edecek ve içerken yiyip bitirirerek beni yok edecekti.

Belki de öylece oturup ölümü beklemeliydim. Yemek yediğim yoktu, yataktan çıktığım da.

Eninde sonunda açlıktan ölmem gerekiyordu.

O kadar yalnız hissediyordum ki travmalarımdan kaynaklanan o küçük hayaleti bile özlemiştim.

O da yoktu.

Sağlıklı bir insan olmak bir deli olmaktan daha kötü hissettiriyordu.

Alarmımın sesiyle gözlerimi tavandan çekip telefonumu elime aldım. Önce alarmı kapattım, sonra da hızlıca mesajlara baktım.

Yine hepsi Jungkooktandı.

Okumadım bile.

Aynı bahaneleri farklı kelime örüntüleriyle okumaktan sıkılmıştım.

Yataktan doğrulup pencereden dışarı baktım, hala kar yağıyordu ve benim bir haftalık iznim dolmuştu. Bir yandan korkuyordum, Jungkook çalıştığım yere gelir miydi?

Hayır tabii ki.

Bay Dayong geri gelmediği sürece beni kullanmasına gerek olmayacaktı, neden gelsin ki.

Yanağımdan akan bir damla yaşı silip hızlıca banyoda dişlerimi fırçaladıktan sonra geri dönüp üzerimi giyindim. Dolabımdaki beyaz, önü fermuarlı kazak sinirimi bozdu.

Jungkook'undu.

Gri- Siyah çizgili örgü kazağımı üzerime geçirip altına da siyah bir pantolon giydikten sonra cüzdan ve anahtarımı cebime atıp montumu giydim.

Telefonumu montumun cebine koyup evden çıktım, Taegi de kapının önündeydi, okula gidiyordu.

"İyi dersler." dedim, sesim boğazımdan çıkmıştı.

"İyi misin?" diye sordu, sormasını beklediğim en son kişi.

"Gribim biraz, bana çok yaklaşmazsan iyi olur." diye yalan söyledim, "Çok ağır geçiyor, okula gidemezsin."

Geceyarısı Duası || TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin