°22°.Higanbana ölümün habercisi mi?♤

457 248 194
                                    


Yazar'dan... [saat -08:00].

Sabahın daha yeni saatlerinde limanda hava epey sakindi. Oluşan sessizliği nehrin kıyıyı yıkayan dalgaları ve ara sıra hava da süzülen kuşların sesi bozuyordu. İki kişi limanın kıyısında bir arabada dalgaları seyrediyordu.

"Saat çoktan sekiz oldu ve San hala ortalıklarda yok." dedi diğerine göre daha kısa olanı ve arabadan indi.

"Bilmiyorum Hongjoong bize beklememizi söyledi. Biraz daha bekleyelim." konuşan genç adam hızlanan yağmura rağmen arkadaşını takip ederek dışarıda beklemeyi seçmişti.

Belkide bekledikleri tek şey yağmurun dinmesi değildi.

Sabırsızlanmaya başlıyordu uzun boylu genç. Arabanın önünde bir ileri bir geri yürümeye başladı. Dalgaların vurduğu kıyıya yaklaşırken diğerini arkasında bırakmıştı. Yanındaki arkadaşı arabanın önünde beklerken aralarındaki mesafeyi kısaltarak ona doğru yürümeye başladı.

"Zamanda geriye gide bilsen ne yapardın Mingi?" dedi bir kaç adım arkasında dururken.

Omuz silkip çıkıştı."Ne bileyim, peki sen?"

Üstelik yağmur hızlandığı sırada oluşan fırtınanın uğultuları etraftaki sesleri bastırıyordu.

"Ben..." demesine fırsat kalmadan arkadan açılan ateş sesiyle yere düşmüştü.

Diğeri denizi seyrediyordu ama arkadaşının yarım kalan konuşmasıyla ona doğru döndü. Arkadaşını burada hemen yanında yere yığılmış bir şekilde görünce donup kaldı .

Yere yığılmış gencin alnının ortasında açılan delikten çıkan kanlar yüzüne doğru akıyordu.

"Tanrım...Hongjoong..." dedi telaşla onun kafasını dizine doğru alırken. Gözlerini arkadaşının açık kalmış göz harelerine dikerken akan yaşlar yanaklarından süzülüp onun yüzüne damlamıştı.

Başını çevirip bir az öteye baktı. İşte orada duruyordu birisi. Daha ne olduğunu anlayamadan sol göğsünde hiss ettiği acıyla sert ve soğuk taşların üzerine yığıldı.

Rüzgarı haraket etmekten terleyen vücudu titriyordu. Kafasını yana doğru çevirerek onlara yaklaşmakta olan adama baktı. Tepki verene kadar kıpırdamadan öylece duruyordu. Ağır ağır nefes alırken göğsü inip kalkmaya devam etmişti. Göğsündeki yaradan şelale gibi akan kan tüm gömleğine bulaşmıştı.

Siyah giyinimli adam iki elini arkasında birleştirerek ona doğru yürümeye başladı. Baş ucunda dikilirken şapkasını çıkarmış ve ona gözlerini kısarak sinsi bir şekilde bakmıştı. Bu yaşlı yüz ona tanıdıktı.

"Süreni sonuna kadar kullandın evlat,
arkadaşını yalnız uğurlamak haksızlık!" eğilip elindeki silahı yerde yatan gencin alnına dayadı.

Kuruduğu için birbirine bastırdığı dudakları aralanırken ağrılı bir ses tonuyla yalnızca;

"Sangho..." diye bilmişti yerdeki genç adam.Sesi konuşamadığı için boğuk çıkmıştı.

Adam başını yana eğip tek kaşını kaldırdığında gülümsedi. Çekincesi yok gibiydi.

"Bitti, evlat." dedi sinir bozucu kahkahasıyla.

"Kaybettiniz."

Tekrar şiddetli bir şekilde kahkaha attı. Silahın namlusunu gencin şakağına doğru yaslayıp tetiği çekmeye hazırlandığı sırada aniden yere yığılmıştı.

Genç onlara doğru koşmaya başlayan karartıyı görünce gülümsedi. Bakışlarını gökyüzüne doğru çevirip yağmur damlalarının yüzüne vurmasına izin verdi.Kaç kış geçmişti? Ondan fazla olduğuna emindi. Dünya sanki hiçbir şey kaybetmemiş gibi dönmeye devam ediyordu.

Higanbana Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin