Arabanın penceresinden dışarı bakarken, hiçbir şey hissetmiyordum, ölü ruhum sessizliğimle birleşerek gözlerime yansımıştı. Camdan yüzümü görebiliyordum, gözlerim boş bakıyordu.
Geride bıraktığımız 2 yıl, özellikle son 3 ay, iç dünyamda derin yaralar açmıştı. Yurdun eski, soğuk odalarından, sokakların çamur kokusuna, ardından hastane odasının soğuk, loş ışıklı odasına geçiş ruhumu paramparça etmişti.
Çoğu kişiye göre hayat annenin sıcak, güven ve huzur dolu kucağında başlıyordu, değil mi? Benimki de öyle bir hikaye, kırık bir kalpi olan ve gözyaşlarında boğulan bir annenin huzurlu kucağındaydım. Annemin başına kar yağıyordu, soğuktan yüzü kızarmıştı, ama buna rağmen beni korumak için kendi ceketini benim üzerime örtmüştü, sıcacıktı annemin kucağı. Geçici olduğunu anlamamıştım, anlamamıştım o huzura, sıcaklığa, annemin o kokusuna hayatım boyunca hasret kalacağımı. İnsanların anlattıkları hikayelerle benim hayatımın tek farkı şuydu : O hikayelerde anne bebeğine ninni söyler, onu odasına götürürdü, yüzünden mutluluk yağardı. Ama annem beni yurda götürüyordu, ninni söylemek yerine özür diliyordu benden, yeminler ediyordu, mutlu değildi, gözyaşlarına boğulmuştu.
Daha 2 haftalıkken annemin beni yurda bırakmasıyla başladı benim hikayem. Yurtta devam eden hayatım Mert ile anlam kazandı. Annem beni yurda bıraktığında Mert 5 yaşındaydı. Birlikte büyüdük biz. Birlikte güldük, yaralarımızı birlikte sarmaya çalıştık.
Annemin kucağından ayrılır-ayrılmaz başlamıştım ağlamaya. Nihayet, ağlamaktan yorgun düşüp sustuğumda beni beşiğime koyup odadan çıktılar. Pencereden yıldızlara bakarak sessizce annemin yasını tutuyordum, anlamıştım beni bırakıp gittiğini. O gün anlamıştım annemin her şeyine yaşamım boyunca hasret kalacağımı.
Birden beşiğimin üzerinde bir yüz belirdi. Mavi gözlü, sarışın bir erkek çocuğuydu. "Merhaba. Benim ismim Mert. Sen de İncisin, değil mi? Geldiğin ilk gün yurtta meşhur oldun, biliyor musun? Aslında neden bu kadar ağladığını biliyorum. Ben de yaşadım aynısını. Seninle arkadaş olalım mı? Birlikte oyunlar oynarız. Gelecek yıl okula başlayacağım. Birlikte kitaplar okuruz." Bunları söylerken aynı zamanda eliyle başımı okşuyordu. Sonra elimi tutarak "Bu elini asla bırakmayacağım minik. Annemiz olmasa bile, bu yurdun soğuk odalarında yalnız değiliz. Ben yıldızları çok severim biliyor musun? Sen de sever misin yıldızları izlemeyi? Ben yanında olmadığımda yıldızları izle. Seni seviyorum minik İnci." demişti.
Dediklerini anlamıyordum o zaman ama gülüyordum. O da gülüyordu benimle. Mert'le böyle tanışmıştık. Daha doğrusu, o benimle tanışmıştı. Defalarca bakıcıları sinirlendirdiğimde beni kucağına alıp bahçeye kaçar, ağaçların arkasında gizlenerek beni dayak yemekten kurtarırdı. Çok seviyorduk birbirimizi, abi-kardeş bağımızla tüm zorlukların üstesinden gelirdik o yurdun soğuk, eski, adaletsiz odalarında. Bunların hiçbirini hatırlamıyordum ama ilk kez tanışmamızı ve çocukluğumuzu bana defalarca anlattığı için hepsi aklımdaydı.
Başımı arabanın soğuk camına daha da yaslarken aniden Mert'i gördüm önümde. Biliyordum, biliyordum bunun zihnimin bir kandırmacası olduğunu. Biliyordum elini tutmak için elimi uzattığımda boşluğu elde edeceğimi, zihnimin bana oynadığı oyuna sarıldığımda yere, hiçliğe kapaklanacığımı, kollarımın arasına havayı alacağımı.
Beni duymayacağını bildiğim halde yine de konuştum onunla. Sesimi çıkarmaya çalıştım, beni duyması için çabaladım ama sesim çıkmadı. Fısıldayabildim sadece.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UMUTLU KALPLER #1 - SONSUZ YARINLAR (TAMAMLANDI)
Romanceİnci hayatın zorluklarına karşı güçlü bir şekilde duran 13 yaşında bir kızdır. Daha bebekken annesinin onu bırakmasıyla yurtta başlayan hayatı onu Mert ile tanıştırır, aralarındaki sıkı abi-kardeş bağı onları hep daha güçlü kılar. Ama bir gün İnci M...