otuz

530 67 51
                                    

mingi ve yunho'nun iletişimleri hiç olmadığı kadar iyiydi. basketbol antrenmanlarında, evde, telefonda, okulun her köşesinde eğlenmek ve aşk yaşamak dışında bir şey yapmıyorlardı. sanki eskiden yakın değillermiş, yeni tanışmış gibi büyük bir heyecan ve merakla ilişkilerini sürdürüyorlardı. cevaplarını bildikleri soruları tekrar ve tekrar soruyor, ilk kez o konuyu konuşur gibi zevk alıyorlardı. belki de birbirlerinin değişmediğini görmek onlara rahatlıkla gelen bir zevk veriyordu.

iletişimlerinin böyle güzelleşmesi kesinlikle maçlarda da kendisini belli ediyordu. ikisinin arasında olan paslaşmalar olsun, küçük el hareketleriyle anlaşmalar olsun takımı daha da iyi yapan öncüllerden biri ve şu zamana kadar bir kere bile kaybetmemelerinin sebeplerinden biriydi. şimdi ise san ve yunho'nun arası garipti gerçi fakat özellikle yunho olmak üzere sporcu profesyonelliğine sahip kişiler olarak hiçbir şeyi sahaya taşımamışlardı. bu da kanıtlıyordu ki yunho ve mingi arasında yaşanan sıkıntının sahaya yansıma sebebi tamamen mingi idi.

şimdi de yarı final maçı oynanıyordu, ilk set bitmişti ve iki takım da birbirlerinin nasıl oynadığını iyice kavramış, buna odaklı olarak stratejiler belirliyordu kendine. yunho takıma karşı bir şeyler anlatırken mingi ona gülümseyerek bakıyordu, işte şimdi basketboldan keyif aldığını hissediyordu. kurulan strateji önceki maçlara kıyasla çok farklı değildi, yunho sadece neye ağırlık verilirse daha iyi olacağını söylüyor ve kişi odaklı olarak da buna dikkat et uyarıları yapıyordu. bazen başkaları fikir belirtiyordu.

yalnız karşı takımın stratejisi çok da dost canlısı değildi, bunu ise yunho oyun başladıktan kısa bir süre sonra anlayacaktı. zamanın bitmesinden dolayı herkes yerine geçerken küçük bir alkış tutuldu hem tribün hem de oyuncular tarafından. yunho küçük bir esneme hareketi yaptıktan sonra ellerini dizlerine yerleştirmiş şekilde dururken karşı takımdan birine kitledi gözlerini, o da aynısını yaptı. o kulak tırmalayıcı ses duyulana kadar bakışma sürdü.

yunho ve mingi arasındaki uyum, şu ana kadar karşılarına geçen her takım tarafından fark edilmiş bir şeydi ve ilk sette de karşı takım bunu direkt anlamıştı. şu zamana kadar hiçbir takımın yapmadıkları bir plana yöneldiler.

ikinci setin ilk beş dakikası, yani yarısı dolunca skor tam olarak altmış beşe elli üçtü, yunho ve takımı öndeydi. yunho'nun söyledikleri işe yaramış bulunuyordu ki cidden formunda olan müthiş bir takım bulunuyordu şu an sahada.

haliyle takım kaptanının keyfi yerindeydi, bazen fark etmeden gülümseyerek oynuyordu. mingi ile göz göze geldiler ve yunho'nun pasını mingi'nin tutmasıyla arkadan birinin resmen kasten olacak şekilde mingi'yi itip onu yere düşürmesi resmen aynı anda olmuştu. top da mingi'nin elinden düşüp yuvarlanmıştı haliyle, yunho ise düdük sesini beklemeden koşar adımlarla mingi'nin yanına ulaştı. ulaştığı an düdük sesi gelmişti ve yunho mingi'yi düşüren kişiye baktı, umursamaz bir tavırla arkasını dönüp kendi takımına doğru yürüyordu ve o an buna sinirlenememişti bile. siniri sonra ortaya çıkacaktı.

"iyi misin?"

mingi'nin yanında bir anda bir sürü insan bitmişti, yine de mingi'nin gözleri sadece sevgilisinin üstündeydi ve bin bir soruya rağmen sadece onun sorularına cevap veriyordu.

"iyiyim, sıkıntı yok." bir yandan mingi onun uzattığı elini tutmuştu oturur şekle gelirken. ayak bileği dehşet acıyordu, bacağını ileri uzatırken yüzü buruşmuştu. yunho ise direkt elini onun ayak bileğine uzattı.

"burkuldu mu? orası mı acıyor?"

"mingi'yi kenara taşıyalım." dedi hoca ardından. yunho hemen bunu kendine görev edinip san ile birlikte mingi'yi oturaklara taşımışlardı. şimdi bir eli bileğinde duran, yüzü acı içinde olan mingi'nin çevresindeki kalabalık azalmıştı; yunho, san ve öğretmen duruyordu sadece. yunho onun önünde eğildi, bir yandan arada bir mingi'ye çarpan çocuğa bakıyordu.

absence, yungi ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin