otuz dokuz

434 60 16
                                    

san ve wooyoung tamamen gözden kaybolmuştu şimdi, yunho ve mingi ise onların ardından bakakalmıştı. olup olmadığı bile belirsiz garip bir gerginlik bulunuyordu.

yunho ise en beklenmedik anda sevgilisine doğru dönüp onu kolları arasına aldı. farkında dahi olmadan öyle sıkıyordu ki bir yerde mingi büyük bir baskı altında kalıyor, yine de herhangi bir serzenişte bulunmuyordu.

"aptal." diye mırıldandı yunho, belli ki az önce söylediği ya kimse olmasaydı ihtimali kafasında onu öyle bir korku pençesine almıştı ki gerçekleşmiş gibi bir yük ve acı hissediyordu üstünde.

"tamam, bir şey olmadı işte. gittiler zaten." dedi mingi sakin bir tonla. demek ki hâlâ yunho'nun bilmediği yönleri vardı, bu mutsuzluk da o bilmediği yönlerden biriydi ve bu yüzden sevgilisine nasıl yaklaşması gerektiğini kestiremiyordu şu an mingi.

"ya sana ciddi bir şey olsaydı?" dedi yunho, sesi titremişti ve bu ses tonu da mingi için hiç duyulmamış bir tondu.

"olmadı."

ardından mingi, kendisini sıkı sıkı saran bedenin sarsılmaya başlamasını hissetmesiyle bir şok daha yaşadı. hâlâ sokağın ortasındaydılar, çok işlek bir cadde değildi ve az kişi vardı. gerçi şu an iğne atılsa düşmeyecek yoğunluk olsa da ikisinin de umrunda olmayacağı belliydi.

"ağlıyor musun sen?" mingi bunu sorarken tabii şaşkınlığına engel olamamıştı, bir anda bedenini az da olsa onun sıkı kollarından kurtarıp sevgilisinin yanaklarını tuttu. "niye ağlıyorsun?"

yunho'nun akan yaşlardan yanakları parlıyordu, aynı zamanda titreyen dudakları da bir türlü durmak bilmiyordu oldukları anda. mingi onun kendisi için yepyeni olan bu ifadesini gördükçe içindeki her bir organ camdan yapılmış ve hepsi aynı anda kırılmış gibi derin, kesici bir acıyla boğuşuyordu.

"neden böyle... kendine zarar verecek işlere giriyorsun?" diye mırıldandı yunho. cidden mingi şaşkındı, ağlamasını bir kenara bırakın onun tam olarak neden ağladığını bile çözmüş değildi. başparmaklarıyla onun yanaklarındaki ıslaklığı yavaşça sildi. gerçi silse de bir anlam ifade etmiyor, yunho'nun gözyaşları akmaya devam ediyordu.

"ağlama, bir şey yok."

"var." yunho kısaca dudaklarını birbirine bastırdı. "seni orada, insanların içinde öyle görmek ne kadar... zordu, biliyor musun sen? ilk başta wooyoung ve san'ı da göremedim, o kadar kişi arasında teksin sandım. öyle korktum ki..." diye bir çırpıda konuşsa da nefesi yetmemiş, cümlesinin sonuna gelemeden derin ve kesik bir nefes almasıyla bu sefer ağlaması ses kazanmıştı.

mingi ise hâlâ ona nasıl yaklaşması gerektiğini bilemiyordu, içi hâlâ aynı hızda parçalara ayrılmaya devam ederken uzanıp ne kadar silse de gözyaşlarıyla tekrar ıslanmış yanağına uzun bir öpücük bıraktı. hâlâ beline sarılı duran kolların iyice gevşediğini, yunho'nun da bu kadar ağlarken yapabildiğince derin bir nefes aldığını hissetti.

"haklısın." diye mırıldandı mingi. yunho ile her anında onun bu yoğun sevgisi karşısında şok olacak şekilde şeyler yaşamaya başlamıştı artık ama bu kesinlikle en güçlüsüydü. çünkü yunho gerçekten mingi'nin zarar görmüş olmamasına rağmen bunun ihtimaline dakikalardır küçük çocuklar gibi ağlıyordu. zamanında mingi, san'a onun iyi anlamda küçük bir çocuk saflığına sahip olduğunu söylerken bunu kast etmişti işte. bu anı ne kadar ilk defa yaşıyorsa yaşasın yunho'nun özünün bu olduğunu biliyordu.

"ağlarken bile o kadar güzel duruyorsun ki." diye mırıldandı mingi ona bakarken. ki öyleydi, gözlerinden yaşlar bir elem yüzünden değil de lütuf olarak akıyor gibiydi. zaten güzel ve etkileyici olan bu yüze ağlamak bile bir farklı yakışıyordu. yunho ise bu duyduğu iltifata karşı belli belirsiz olacak şekilde gülümsedi, yanağında duran eli dudaklarına götürüp üst üste öptü.

absence, yungi ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin