...
Bugün annemin ölüm yıl dönümü. Changbin bana yalandan bir iş buldu. 3 günlüğüne ortalıktan kaybolabileceğim.
Minho: Kendine dikkat et. Tamam mı?
Jisung: Tamam Minho.
Sıkıntılı bir şekilde ofladım. Çünkü Minho -sözde- yurt dışına gideceğimi öğrendiğinden beri yanımdan ayrılmıyor ve sürekli sarılıp öpüyor.
Minho: Uçaktan inince beni ara tamam mı?
Jisung: Ararım aşkım.
Yanağıma bir öpücük kondurdu ve geri çekildi.
Minho: Yatmadan önce beni görüntülü ara. Yoksa çok özlerim.
Jisung: Ararım sevgilim.
Son kez bana sarıldı ve kapıdan çıkmama izin verdi.
Elimdeki bavulu arabanın bagajına koydumve bagajkapağını kapattım. Arabaya binip çalıştırdım. Son kez kapıdan beni izleyen sevgilime baktım. Ona baktığımı fark ettiğinde elini salladı ve bir öpücük yolladı. Ona en içten gülümsememi sunup bende elimi salladım. Daha sonra ise arabayı hareket ettirdim. İlk gideceğim yer mezarlıktı.
...
Felix: Minho'ya söylemeliydin. Öğrenirse sana çok kızacak.
Jisung: Biliyorum.
Felix ile beraber mezarlıktaydık. Ne kadar onun gelmemesini söylesem de beni dinlememişti.
Jisung: Ama nasıl söyleyebilirdim ki? Beni asla yalnız bırakmazdı. Biliyorsun üzgün olduğum zaman yalnız kalmayı severim.
Felix derin bir iç çekti ve gözlerini mezarın üstünden çekip bana baktı.
Felix: Biliyorum yalnız olmayı seviyorsun ama Minho'ya yalan söylemene değdi mi? Bu işe Changbin, ben ve Hyunjin'i de karıştırdın üstelik. Eğer Minho bir şekilde öğrenirse hepimize çok kızacak, bağırıp çağıracak. Nasıl böyle bir günde senin yanında olmadığı için kendini suçlayacak, böyle bir günü hatırlamadığı için yine kendini suçlayacak.
Jisung: Biliyorum Felix. Ben sadece... Onun üzülmesini istemiyorum.
O kapıdan çıktığımdan beri hissettiğim pişmanlık duygusu beni daha da ele geçirdi. Minho'ya söylediğim ilk yalandı bu.
Felix: Pişman mısın?
Diye sordu bir anda. Beklemediğim bir soru olduğu için cevap vermem biraz uzun sürdü.
Jisung: Evet.
Daha sonra sessizlik hakim oldu. Ne o konuştu ne de ben.
Yere çömeldim ve mezardaki toprağın üzerinde elimi gezdirdim. Aklıma yine o gün geldi. Annem benim yüzümden ölmüştü. Beni korumaya çalışırken kendisi ölmüştü.
O gün ölen ben olmalıydım. Bu defalarca kendime tekrarladığım bir şey. Hayatım boyunca bunun pişmanlığıyla yaşayacağım.
Annem benim yüzümden öldü.
Felix: Hadi artık gidelim Jisung.
Felix muhtemelen yine o günü düşündüğümü anladı.
Jisung: Tamam.
Ayağa kalktım ve Felix'in peşinden arabaya doğru ilerledim.
...
Felix: Bir şeye ihtiyacın olursa beni mutlaka ara. Tamam mı?
Jisung: Ararım.
Başını olumlu anlamda salladı ve teyzemlerin ona hediye ettiği arabayı çalıştırdı.
Felix: Görüşürüz o zaman.
Jisung: Görüşürüz.
Arabası gözden kaybolana kadar öylece baktım. Daha sonra arkamı dönüp çocukluğumun geçtiği ve annemin öldürüldüğü o eve baktım.
Beni güzel günler beklemiyor.
Evin içine girip ilk önce salona gittim. Heryeri önceden temizlettiğim için rahattım. Daha sonra ise bavulumu alıp üst kata eskiden odam olan odaya çıktım.
Annemin o adamın itmesiyle camdan düşüp öldüğü yer olan odam.
Bavulu bir köşeye koydum ve odanın ortasına kendimi bıraktım. Bir süredir tuttuğum göz yaşlarımı saldım.
Bu ev, daha çok bu oda her zaman canımı yakmıştı. Burası hem iyi hem de kötü anılarımın olduğu bir evdi. Kötü anılarım tabiki de çoğunlukta.
Yerde cenin pozisyonunu aldım ve ağlamaya devam ettim. Neden bütün kötü şeyler benim başıma gelmek zorunda ki?
O sırada kapı çaldı. Bu garipti. Çünkü bu evin terk edilmiş olduğunu mahalledeki herkes bilirdi. Muhtemelen Felix'di.
Kendime çekidüzen verip aşağıya indim. Kapıyı açtığımda kimse yoktu. Kapının önünde bir hediye paketi vardı sadece. Doğum günümde gelen kutuya benziyordu. O'nun gönderdiğine.
Kutuyu elime alıp içeriye geçtim. Emindim. Bunu o göndermişti.
Salona gidip hızlıca kutuyu açtım. İçinden yine bir mektup ve bir fotoğraf çıktı.
Kaç yıl oldu Hannie? Yanlış hatırlamıyorsam 8. Değil mi?
Senin suçundu Hannie. Annen senin yüzünden öldü. Sen neden hâla yaşıyorsun? Senin yaşamaya hakkın yok. Sen hiç doğmamalıydın Hannie.C.S.
Siktimin piçi. Benden ne istiyor bu? Benimle alıp veremediği şey ne!?
Elime fotoğrafı alıp baktım. O günden başka bir fotoğraftı. Polisler ve ambulans gelmişti. Annem yerde değildi. O adam kelepçelenmişti ve götürülüyordu. Felix ağlamaktan perişan olmuştu. Ben ise o adama saldırmaya çalışıyordum.
Sinirle bir çığlık attım ve notu da fotoğrafı da yırttım.
Jisung: Seni piç Soobin! Ne istiyorsun benden!
Evin içinde sesim yankılandı. Soobin'in bir yerlerden çıkıp soruma cevap vermesini o kadar çok istedim ki... Ama öyle olmadı. Kimse cevap vermedi.
Sinirden tırnaklarımı avuç içlerime geçirdim ve derimde yara açılana kadar sıktım. Parmak uçlarıma değen sıvıyı hissedince sıkmayı bıraktım.
Çok isterdim acıyı hissedebilmeyi. Kendime zarar verdiğimde duracağım yeri bilmeyi. Ama olmuyordu işte. Duracağım yeri bilmiyordum.
Yanımdaki duvara bir yumruk geçirdim. Sonra bir tane daha ve bir tane daha... Duvarda kendi kanımı görene kadar bırakmadım. Ne yapacağım ben kendimle? Nasıl başa çıkacağım bunca acıyla?
Keşke ruhsal acılarımı unutmak için fiziksel acılar yapabilseydim kendimde. Ama olmuyordu. Yapamıyordum. Bu bana Tanrı'nın verdiği bir cezaydı.
Tekrar kapı çaldı. Bu sefer hiçbir şeyi umursamadan direkt kapıya gittim. Kapıyı açtığımda ise hiç açmamayı diledim.
Çünkü Seojun tam karşımda duruyordu.
Seojun: Beni özledin mi Han Jisung?
-İki hafta sonra bölüm atmak gibisi yok-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
You Are Not My Hero -Minsung-
Fanfiction{MY HERO -MİNSUNG- FİCİNİN 2. KİTABIDIR} {İLK KİTABI OKUMADAN OKUMAYINIZ}