3

123 20 1
                                    

Medya: Xiao Shunyao (Çinli Prens)

Arkadaşlar kitap tamamen kurgusaldır gidip araştırmaya kalkmayın tarihte böyle kişiler yok. Bazı olaylar gerçek olabilir ama çoğu kurgusal..

Neyse devam edin sizz💗😘


🌺

Hatırlatma:

"Bir prense böyle davranmazsınız hanımefendi! Hemen geri dönüp özür dileyin yoksa yapacağım şeyler yüzünden beni suçlamayın."

Banu şaşkınca arkasına dönüp adama baktı. Hiç Türk'e benzemiyordu ve kibirli konuşmasından dolayı bu prens bozuntusu yüksek ihtimalle bir Çin prensiydi. Çin prensinden af dileyecek hali yoktu tabiki.

Doğası gereği Banu hep korkak bir kız olmuştu. Sürekli dövüş sanatları dersleri almıştı. Hatta bunları zihninde şöyle bir sıraladı.

Kung fu, boks, karate, tekvando, kickboks ve krav maga...

Bu korkusunu hiçbir zaman yenememişti çünkü o insanlara zarar vermekten çok korkardı. Yufka yürekliydi bir nevi...

"Evet dinliyorum seni!"

İşte şimdi alacağı karar onun hayatını değiştirecekti.

🌺

"Çin prensi misin?"

Banu emin olmak için bu soruyu sormuştu. Emin olmadan kafasına göre bir şey yapmak delilik olurdu.

"Evet güzelim. Ben İmparator Xuanzong oğlu Xiao Shunyao ve gelecekteki Çin imparatoru."

Yüzündeki kibir Banu'nun midesini bulandırmıştı. Bu adam kibirin vücut bulmuş haliydi. Tabii bir Çinliden ne beklenebilirdi ki?

"O zaman özür falan dinlemiyorum beyefendi."

Birkaç dil kursuna gittiğim için Çince biliyordum çok fazla iyi konuşamasamda anlıyordum. Sadece okuldan kaçmak için gittiğim bu kurslar şükür ki bugün işime yarıyordu.

Prens aldığı tepki karşısında hem sinirlenmiş hem de hayranlık duymuştu ama bir kadın tarafından reddedilemezdi. Prens hemen askerlere bağırdı.

Askerler hanın kapısını zorlamayı bırakıp koşarak prenslerinin yanına geldiler ve saygıyla eğildiler.

"Şu kadını tutuklayın ve sarayıma götürün."

Artık sona mı geliyordu? Çinli bir prense yem olmaktansa ölmeyi tercih ederdi. Peki Banu ne yapacaktı? Adamlar çok iri değillerdi ama ellerinde kılıçları vardı ve bu da onları 1-0 öne taşıyordu.

Banu gözlerini tezgahlarda gezdirdikten sonra bir oklava görmesiyle mutluluktan havaya uçacaktı. Belki bir kılıç kadar işini görmeyecekti ama temel eğitimlerini her zaman bir çubuk yardımıyla yaparlardı.

Banu koşarak oklavayı eline aldı ve eteğini belirli bir noktada bağlayarak savunma pozisyonu aldı.

Dövüş sanatlarında tek bir kural vardı. O da her zaman karşı tarafın başlamasını beklemekti.

Bekledi...bekledi ve bekledi.

En sonunda bir asker küçümseyici bir bakışla Banu'ya doğru koştu.

Banu adamın ayaklarını takip ederek nasıl bir hamle yapacağını tahmin etmeye çalıştı.

Adam en sonunda sağdan saldırı yapacakken Banu yere eğilip adamın hamlesini boşa çıkarttıktan sonra elindeki oklavayla adamın şah damarına sert bir şekilde vurmasıyla adam bayıldı. Bu onu öldürmezdi sadece bayıltırdı.

Diğer asker, yere düşen askeri görünce koşarak bir hamlede bulunmaya çalıştı ama genç kadın oklavayla sırtına sert bir şekilde vurunca adamda felç etkisi yaptı ve o da öteki asker gibi yere yığıldı.

Çevresine bakındığında etrafını onlarca asker çevrelenmişti. Her ne kadar dövüş sanatlarında iyi olsa da on kişiyi devireceğini düşünmüyordu. Gözlerini askerlerden ayırıp çevresine tekrar bakındığında okların, kılıçların ve hançerlerin bulunduğu bir tezgah gördü. Ok kullanmayı bilmezdi ama kılıç ve hançer işine yarayabilirdi.

"Pes et. Kabul çok güzel dövüşüyorsun ama buradan asla çıkamazsın. Burası benim alanım."

Banu prens bozuntusunu dinlemeyerek kanının son damlasına kadar savaşmayı seçmişti. Zaten kaybedecek bir şeyi yoktu. Bu her zaman için öyleydi. Zaten annesi ve babasını da kaybetmişti. Belki üvey annesi onu biraz özlüyordu ama o da bu dünyada değildi. Kendi kendine fısıldadı.

"Kaybedecek bir şeyim kalmadı. Öleceksemde şehit olarak ölürüm daha iyi."

Niyeti kimseyi öldürmek değildi sadece buradan olabildiğince uzağa gidip huzurlu bir hayat yaşamak istiyordu.

"Yakalayın diyorum size! Kılına dahi zarar gelmesin."

Banu elindeki oklavayı daha da sıkarak beklemeye başladı ki hiçbir şey beklediği gibi olmadı. Çevresine baktığında Çinli askerlerin teker teker oklarla öldürüldüğüne şahit oluyordu. Biri ona yardım ediyordu.

Hemen okun olduğu tarafa baktı. Pek bir şey görünmüyordu ama bunun handa ona yardım eden adam olduğunu anlamıştı. O sırada Çinli presi, askerleri koruma altına almışlardı ve geri çekiliyorlardı.

Onlar çekilmeden önce pelerinli ve gizemli adam pelerinini indirip Çinli prense göz kırpınca prens öfkeden deliye dönmüştü.

"Barlas bu yaptığın bir savaş ilanıdır. Babama anlatacağım! Siz Türkleri yeryüzünden sildireceğim."

ೄྀ࿐ ˊˎ-

Nasıldı amaaa?

Bence güzeldi. Kızımızın hayat hikayesini bir sonraki bölümlerde ayrıntılı göreceksiniz o zamana kadar sürprizi kaçmasınnnn. Lütfen yorum yapın yorumlarınızı okumayı çok seviyorummm.💗💋


Sizi bol bol öpüyorummmm.💋💋



Büyülü ÇiçeklerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin