Bölüm XI

90 12 20
                                    

İyi okumalar...

Saatler geçmişti

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Saatler geçmişti. Annem çoktan yatağına çekilip, öğle uykusunun tadını çıkarırken; Yıldız Gezgini'nin sayfaları arasında yolcuğa çıkmıştım. Mırmır ayaklarımın dibinde idi. Uzanıyordu. Arada bir seviyordum açıkta kalan beyaz göbeğini. Halinden memnun gibiydi.

Aniden duyulan çağrı ile kalkmıştım oturduğum yerden. Ege arıyordu.

- "Efendim," diyerek mutfağa geçtim, bir yandan kapıyı arkamdan örtmeye çalışırken.

- "Abla nasılsın? Dün yazdım ama dönmedin."

- "Sorma... telefona bakacak fırsatım olmadı."

- "Hımm bi şey olmuş belli," diye kıkırdıyordu telefonun diğer ucundan. "Dökül ayol, dinliyorum."

Dedikoduya meraklı oluşu her zaman güldürüyordu beni. "Olur: hatta dışarıda buluşalım mı?"

- "Olaysın abla!" diye ciyakladı birden. "Barış'la konuşup çıkışıyorum."

- "Peki, her zamanki yerimizde,"

- "Okey..."

Telefonu kapatır kapatmaz üzerime bir şeyler aldım ve annemin yanına gittim. Onu uyandırmak zorunda kalmıştım. Buna mecburdum çünkü habersiz gitmek benlik değildi.

Her anne kız arasında geçen diyaloglar cereyan ediyordu aramızda. En nihayetinde gönlünü almayı başarmıştım.

Kapıyı açıp beni uğurlayan küçük dostumun başını okşuyordum. Annem seslendi içeriden.

- "Karanlık çökmeden dön yavrum."

- "Tamam anne!" dedim. kapıyı kapattığım sırada.

Eski parkın önünden geçerken görmüştüm, dünden kalma bankların nemli yüzlerini. Üstlerine uzanan tembel yaprakları süpürüyordu rüzgar. Saatlerce durup izleyebilirdim bu manzarayı. Doğa mükemmeldi: o, insanların göremediği -belki de ağma taklidi yapmak kolaylarına kaçıyordur!- ilahi bir sanatçı idi.

 Doğa mükemmeldi: o, insanların göremediği -belki de ağma taklidi yapmak kolaylarına kaçıyordur!- ilahi bir sanatçı idi

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Lokasyon olarak ikimize de yakın olan kahveciyi seçmekle akıllıca davranmıştım. Yağmur başlarsa evlerimize kolayca gidebilirdik. Çalışanlara ilişti gözlerim. İlginç bir düzeni vardı hayatın: bir gün başkalarına hizmet verirken öbür gün onlar aynısı yapmakta idi.

Üç kuruş yüzündendi her şey. Sırf birileri daha rahat yaşayabilsin diye sürünüyorduk. Kapitalizm! Lanetli kelime buydu ve işte bu kirli düzenin çarkları arasında yaşamaya mecbur bırakılmıştık her birimiz. Yaşamak denirse tabii.

Pencere kenarı bir masaya yerleşmiştim. Tesadüf eseri aynı mekanda demlendiğim insanlara, hayatlarına kısa bir bakış atıyordum. Keyifler yerindeydi. İki masa, geniş arkadaş gruplarınca işkal edilmiş durumdaydı. Genelde kuru kalabalıktır bu kategoride olanlar ve her çıkacaklarında, aralarında hesabı ödeme atışmaları yaşanırdı. Bir masa takıp takıştırmış, iki kıza hizmet ediyordu: konuşacakları çoktur bu tiplerin ve kahkahalarının gücü tüm kolonları titretmeye kadirdir.

Onların tam tersi olan suratsız ikili ilerdeki kuytu köşelerinde somurtmaktaydı. Böyleleri genelde en ufak bir hata ya da gecikmede sözlü tacizde bulunur, aşağılar 'müdürün' veya 'patronun nerede' diye bağırarak sinirden ağlama raddesine getirirdi insanı.

İş yerinde, arkadaşları arasında veya eşleri ile dalaştıklarında öfkelerini bir yerlere gidip onlara cevap vermeyecek zavallı insanlardan çıkarıyorlardı işte. Çalışanlar en çok onların arkalarından methiyeler düzerler(!) Tüm bunları çalışma hayatının beşinci yıl dönümünü kutlayan biri olarak öylece söyleyivermek ne kolay olmuştu benim için, diye düşündüm, geçmişin hayaletleri gözlerimin önünden kayıp giderken. Başlarda neler yaşadığımı kimse bilmiyordu oysa. Bilmelerini de istemezdim gerçi...

Yoldan geçtiğini gördüğüm Ege ile tebessüm ettim. Bisikletini işaret levhasının gövdesine bağlayıp kapıya yöneldi. Yerimden kalkıp el sallayarak karşılamıştım onu: beni gördüğü gibi yanımda bitmesi bir olmuştu. Sarıldık. "Ay aşk olsun, bir şey söylememişsin kendine."

- "Sensiz tadı çıkmazdı ki," dedim, bir yandan gülüp kıvırcık saçlarını karıştırırken. "Hadi gel, siparişlerimizi verelim."

Hiç sıra olmadığı için fazla beklemeden aldık içeceklerimizi. Barista çocuk hızlıydı. Tabii benim kadar değildi ama olsun. İşim hiçbir zaman onunki kadar kolay olmamıştı. O, her yerde olan bir kahve dükkanının bilmem kaçıncı zincirinde çalışırken, ben küçük bir aile işletmesinin tezgahının başındaydım.

Sabahları mop atıp espresso makinesini hazırlamak çocuk oyuncağıydı. Yine de atıştırmalıkları ve kafemizin imza lezzeti olan tarçınlı keki ile tanışmamasına üzülmüştüm bir yandan. İnsana evindeymiş gibi hissettiren sıcacık ortamda çalışıyorum. Bu, zorluğuna katlanmamdaki üçüncü sebepti. İkincisi asgari ücretin üzerinde aldığım maaş, ilki ise karşımda duran dert ortağım Ege...

Lattemden ilk yudumumu aldığım sırada, espressosunu bir kenara öteledi.

- "Dün n'oldu, insanı patlatma ayol?"

Gülümsedim.

Sorusu dedikodu seansımızın başlama startını vermişti.

Diğer bölümde olacakları kimler merak ediyor görelim 🙃

Diğer bölümde olacakları kimler merak ediyor görelim 🙃

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
TARÇIN KOKULU MUCİZEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin