Bölüm XIX

54 8 16
                                    

İyi okumalar...🦋

Birkaç saniye boyunca aramızdaki sessizliği bölmeye cüret edememiştik

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Birkaç saniye boyunca aramızdaki sessizliği bölmeye cüret edememiştik. Ta ki annem gelene kadar.

- "Ah, oğlum sen de nereden çıktın öyle?"

Onu görmek beklediği son şey olabilirdi. Bunu yüzündeki şaşkın ifadeden anlamak zor olmamıştı.

- "Şey, ben..." dedi, saçlarını karıştırırken. "Arkadaşlarla Pub'a giderken Sedef'i gördüm, konuşmak istedim."

- "O ne demek bilmem yavrum lakin seni gördüğüme sevindim."

Gergin bir şekilde ellerimle oynarken dikkatini bana veren annem konuştu.

- "Hadi kızım, Pederi bekletmeyelim."

- "Sen geç, ben birazdan geliyorum annecim."

Başını sallayıp sandalyesini çevirdi ve "Ayini kaçırayım deme." diye ekledi.

Onu başımla onayladım.

Zayıf figürü geniş kolonların altında kaybolunca yanımda sırıtan Karan'a döndüm ve imalı bir jestle "Yalan söylemek sana hiç yakışmıyor." dedim. Suratındaki alaycı ifade birden silinivermişti. Eh, onu kendi silahıyla vurmaktan zevk almadım değil hani.

Ellerini kabaran göğsünün üzerinde kavuştururken bir yandan suratımı inceliyordu. "Sen..." diye fısıldadı, flörtöz bir tonla. "...anlaşılan oyun oynamayı seviyorsun."

- "Sadece iki kişiyi aynı anda idare etmeye çalışan erkek müsveddelerine karşı böyleyim diyelim."

- "Bak, yeni bir başlangıç yapalım."

Cümlesinin sonuna cezbedici bir gülümseme tutuşturmayı denedi. Denemişti diyorum çünkü pek başarılı olduğu söylenemezdi.

- "Nasıl yani?" diye sordum, kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken.

- "Bas baya oturup iki medeni insan gibi konuşalım ve yalansız, dolansız bir sayfa açalım, ne dersin?"

Düşündüm.

Ne söylemeliydim, nasıl bir cevap yerinde olurdu? Acaba hemcinsimle beraber yakaladığım bir adama güvenmeli miyim? Peki ya evet dersem o kıza haksızlık etmiş olur muydum?

Kiliseden yükselen ilahi çağrıya kulak kesildim. Çan seslerinin geldiği yere baktım. O yüce melodiler beni, zehirli sarmaşıklar misali kuşatan soruların dikenli kollarından çekip çıkarmıştı.

- "Şey, şu an olmaz: gitmem gerek." dedim ve kaçamak cevabımın ardından kiliseye yöneldim.

Ani bir hareketle kolumu yakaladı. Sabah yapmadığını yapmış, durdurmuştu beni. İlk defa güçlü parmaklarının ateşini hissediyordum bileğimde. Sanki bir elektrik akımı tüm hücrelerime nüfus ediyor gibiydi.

- "Bırak beni, biri görecek." diye fısıldadım.

- "Söz almadan gitmem."

Otoriter sesi, beni boyun eğmeye zorluyordu.

- "Of peki, yarın akşam sekiz gibi kafeye gel."

Bileğimdeki baskısını hafifletirken "Yarın..." diye mırıldanmıştı. "Yarını iple çekeceğim."

İlk defa bu kadar yakındı. Aramızdaki mesafe tehlikeli bir hal alırken gözlerim, efsunkâr bakışlarının esiri olmuştu. Etkilenilmeyecek gibi değildi. Okyanus mavisi hareleri, ince bir çizgi olarak açılan gözbebeklerinin kıyısına vuruyor; yakamoz misali parıldayan ışıltıların, gözlerinin derinlerine çalan muhteşemliğini seyretmekten kendimi alamıyordum.

Başım dönüyor, ateşim yükseliyor, ellerim karıncalanıyordu. Daha önce kimse bu kadar uzun bakmamıştı bana. Kimse böylesine çarpmamıştı.

Utanıp elinden kurtuldum ve Tanrı'nın mabedine koştum.

İçeri girmeden önce arkamı dönmüştüm. Biliyorum, çok klişe bir hareketti ama o an içimden öyle gelmişti işte.

Halinden memnundu. Ellerini koyu renk jean pantolonunun ceplerine sokarken; sol dudağı yukarı kayıyor, yüzüne yerleşen yaramaz ve kendine has yamuk sırıtışıyla beni izliyordu. Yakışıklılığı gün geçtikçe artıyor mu, yoksa bana mı öyle geliyor?

İlahiler beni çağırdı. Kardeşlerin ezgilerini takip ederken onu arkamda bırakmıştım. Büyük vitray pencerelerde demlenen güneş, renklerini gök kuşanın rengarenk tonlarına bırakıyor, kızıl buklelerimin dalgaları arasından kıvrılıp havaya karışıyordu.

 Büyük vitray pencerelerde demlenen güneş, renklerini gök kuşanın rengarenk tonlarına bırakıyor, kızıl buklelerimin dalgaları arasından kıvrılıp havaya karışıyordu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Annemin yanındaki yerimi almıştım. Arada bir soru soruyordu. Çaresizce kaçamak cevapların ardına sığınıyordum. Ne olduğunu ya da ne olacağını ben bile bilmiyordum. İçimden Pederin çabuk olmasını umut ediyordum. Tanrıya şükür Rahip, İncil'den ayetler okumaya başladığında telaşım bitmişti. Şimdi hep birlikte ardından eşlik ediyorduk. O'nun için...

Hepimiz O'nun huzurundaydık. Çarmıha gerilmiş, yorgun başı omzunun üzerine düşmüş olan babamız tam karşımızdaydı. Rab İsa'dan alamıyordum gözlerimi. Günahlarımızın sebep olduğu hüznü görebiliyordum yüzünün her karışında. Her şeyi kurtuluşa ermemiz için yapmıştı.

Ben buna değmezdim, diye düşünmeden edememiştim o an. Senin sevgisini hak etmiyorum. Beni bağışla kutsal babamız...

Peder dualarla şaraba batırdığı ekmeği bizlere sunarken annem ve ben ağlıyorduk. O olmadan yaşıyor, yiyor, içiyorduk.

Efkaristiya töreninin sonunda İncil'den ayetler mırıldanarak yürüyordum. Karan'ın hala dışarıda olabileceği fikriyle telaşlanmıştım. Yoktu: çoktan gitmişti belli ki...

Her pazar ayinine yetişmeye çalışırdık. İki haftadır gelmemiş olmamıza rağmen Peder, sıcak bir şekilde uğurlamıştı bizi. Huzur veren insanlar ne güzeldi.

Birkaç dakika sonra durağa çıktık. Güneş batmak üzereydi ve dağların arkasındaki yerini almaya hazırlanıyordu. Hüzünle karışık bir mutluluk vardı yüreğimizde. Eve dönüyorduk. O yıkık dökük yere ev denebilirse...

Bölümü nasıl buldunuz?

Şöyle tanıdıklarınıza önerin ya da profilinizdeki güzel okuma listelerinize ekleyerek daha fazla kişini görmesini sağlayın ki ailemiz büyümeye devam etsin 😌🍂🐈

Şöyle tanıdıklarınıza önerin ya da profilinizdeki güzel okuma listelerinize ekleyerek daha fazla kişini görmesini sağlayın ki ailemiz büyümeye devam etsin 😌🍂🐈

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
TARÇIN KOKULU MUCİZEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin