Bölüm XIII

92 11 25
                                    

İyi okumalar...🍂

Annemin uyuyor olma ihtimaline karşın bir hırsız kadar sessiz açmıştım kapıyı

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Annemin uyuyor olma ihtimaline karşın bir hırsız kadar sessiz açmıştım kapıyı. İçeri geçtim. Yavaşça ceketimden kurtulup, odasına baktım. Yoktu. "Anne, neredesin?"

Dingin sesi, sorumu hemen cevaplamıştı. "Mutfaktayım kızım, gel."

Sesinin geldiği yere yöneldiğimde, masanın üzerine serdiği kazakları ve bereleri göstermişti.

- "Nasıllar?"

- "Ah, bunlar çok şeker!" diye ciyakladım. "Ne çabuk bitirmişsin,"

- "Zamandan bol neyim var ki yavrum?" dedi, sandalyesiyle yaklaşırken. "Hadi bakalım, yardım ette alttaki öksüzleri sevindirelim."

Gülümsedim. Mırmır'ı salonda bırakıp evden beraberce ayrıldık. Bozuk asansörümüz zor bela çalışmıştı. Bu da bir şeydi.

Kapı ziline bastım, bir adım geriye çekilerek. Biraz sonra, çocukların fanila giymiş babaları karşımızda duruyordu. Belediyede temizlik görevlisi olduğu için eve hep erken geldiğini bilirdik. Bizi tanıdı.

- "Buyurun," dedi, sakin bir şekilde.

- "Annem, ufaklıklar için bir şeyler örmüş: kışı rahat geçirsinler."

- "Şey, sağ olun ama kabul edemem."

Gururla bakan gözleri, böyle bir durumun içinde bulunmanın hüznü ile ışıldıyordu. Tam kapıyı kapatmak için hareket aldığında çocuklar göründü. Babalarının arkasına dikilmiş izliyorlardı. Minik yürekleri neşe doluydu.

- "Lütfen," diyerek eline tutuşturdum poşeti. "Hiç değilse onlar için kabul edin, soğuklarda okula gidip gelirken üşütmesinler."

Önce onlara bakan adam, giysileri elinden alan çocuklarının mutluluğu ile şaşırdı. Gergin kaşları birden düştü. Yumuşamıştı. Bize bakıyordu, dolu dolu.

- "Allah razı olsun,"

Titreyen dudaklarından zar zor dökülen bu duayı nazik bir jestle kabul etmiştim.

Eğildim, bir süre çocukları sevdim.

- "Yüce İsa size merhamet etsin."

Birkaç dakika sonra oradan ayrılmıştık. Adamı daha fazla utandırmak istemiyorduk doğrusu. Annem hazır inmişken hava almak istediğini söylemişti. Onu dışarıya çıkardım. Birden eski parka gitmek için tutturmuştu. Yavaşça, sohbet ede ede ilerlettim sandalyesini. İstediği yere gideceği için çocuk misali sevinçliydi.

Usulca uzanıyordu batmakta olan güneş, dağların ardındaki yatağına. Gücünü kaybetmiş ışık huzmeleri, annemin güzel yüzünü sarmalamakla meşguldü. Çürüyen ahşap köprünün önünden geçtik. Boş bankın yanına koydum sandalyesini: bitişiğindeki yere ise ben oturmuştum.

Bir süre etrafı izledi, yorgun düşen gözleri. Eski günlerin izlerini, seslerini, hayaletlerini arıyor gibiydi. Özlem duyuyordu o anlara ait her şeye: benim gibi...

Yavaşça eline uzandım ve sıkıca kavradım üşüdüğünü anladım parmaklarını.

- "Anne..." diye fısıldayabilmiştim sadece. "...babamı hala özlüyorsun değil mi?"

- "Hem de her gün tatlım."

- "Şey, peki..." dedim, birkaç asalak cümle kurup; soracağım soruyu kafamda anlamlı bir hale getirmek için zaman kazanırken. "...bunu sorduğum için Tanrı beni bağışlasın: fakat nasıl onsuz yaşamayı başarıyorsun? Yani insan, sevdiği birini kaybettiğinde nasıl devam eder? Merak ediyorum anne, sen nasıl yaptın?"

- "Hiç kolay değil," diye fısıldadı, gözlerime bakarak. "...hiçbir zaman da olmadı canım, sadece ondan kalan parça için, senin için yaşıyorum. Seni mutlu görmek, okuduğunu ve evlenip..."

Cümlesini asılı bırakan şey; benim, hepimizin kaderini değiştiren o kara güne ait bir gölge misali çökmüştü yüzüne. "Ah, yavrum: ben..." dediği anda cümlesini bitirmesini beklemeden sözünü kesmiştim.

- "Önemli değil annecim, aradan geçen beş yıl geçti: bu gerçek ile barışığım artık."

Bana kucağını açtı. Yüzümüze yerleşen acının buruk tebessümleri ile bakıyorduk birbirimize. İkimizde kendimizden bir parça kaybetmiştik. Birbirimizden başka kimsemiz yoktu şimdi. O lanet gece de pek çok şey yitip gitmişti: babam ölmüş, annem felç kalmış ve doğal hakkım olan anneliğim... Ah, söylemesi hala zordu, fakat karanlıkta beliren o lanet otomobil tarafından sonlandırılmıştı anne olma hayallerim.

Şarampole yuvarlanan aracımız; babamın kanı ile boyanırken, annemden yükselen acı bir feryattan ibaretti hatırladıklarım. O çığlığı hala duyabiliyordum. Bu benim kabusumdu. Bazı geceler yeniden yaşarım o anı. Aynı kazayı onlarca, yüzlerce kez deneyimlemiştim bu sayede. Her seferinde karın boşluğumu deşen, sivri demir parçasının sancısı ile uyanıyordum öyle gecelerin sabahlarında. Herkesin bir karabasanı vardı: benimki de bu idi.

 Herkesin bir karabasanı vardı: benimki de bu idi

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Derin bir nefes vererek kaldırmıştım başımı. Sarı, turuncu ve kızıla çalan yaprakların süzgecinden geçiyordu tembel akşam güneşi. Dallardan süzülen uhrevi dokunuşları kutsuyordu bakır tonlarındaki saçlarımızı.

Bizler bu mevsime ait, bu mevsimin bir parçası idik. Sanki... sanki sonbaharın ruhundan almıştı saçlarımız rengini. Tüm güzelliğine rağmen hüznün laneti ile ödüllendirilmiştik. Ölmeye, solup gitmeye mecbur bırakılıyorduk; gün olup yeniden yeşermek, doğabilmek için...

Umarım keyif alarak okumuşsunuzdur.

Sonbaharın kızlarına...🍂

🍂

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
TARÇIN KOKULU MUCİZEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin