SIKICI, SIKICI VE EVET, SIKICI... "O DA NEYDİ ÖYLE?"
Ah Tanrım, ah Tanrım... Sıkıntıdan patlamak üzereyim. Bu hocaların derdi ne? Daha ilk dersten hayatla ilgili 'tavsiye' vereceğinize bırakın yaşayalım o halde! Hayat bu sınıfın dışında akıyor. Off of! Ah hayır kes sesini çocuk. Tanrım sırf yalakalık için birine Dünya'nın dönüp dönmediğini sorabilecek kapasitedeki insanlardan nefret ediyorum. Neyse ucuz atlattık, en fazla beş dakika sürer bu sorunun cevabı.
Ben içimden bunları sayarken Mell'le bakışıyoruz. Evet, kesinlikle aynı frekanstayız. Of, daha uzayacak sanırım. Bu insanlarda bir sorun var, neden sadece soru sormuş olmak için soruyorsun arkadaş?! Ah, işte bıraktı hoca. Çık çık çık çık!
Ben ön sıranın en başında oturduğumdan kalkarak insanlara geçmeleri için yol veriyorum. Maalesef ki okulun ilk günü bile olsa benim çantam tamamen dolu. Tabi ki yine bütün sıraya yayıldığım için –ki bu da az bir şey değil, koskoca üç sandalyeye karşılık gelen bir alandan bahsediyoruz- toparlanmam zor oluyor.
Her dönemin her bir günü olduğu gibi ben yine en son toplanan insan olurken insanlar sınıfta çene çalmaya başlıyorlar. Bugün aslında üst üste iki ders var ancak bu ilk ders erken bittiğinden – ilk ders olduğu için uzun bile sürdü diyebilirim- önümüzde bomboş uzanan iki saatimiz var.
Nihayet toplandığımda karnımın guruldamasına gözlerimi devirerek eşlik ederken çevreme bakınıp Mell'i arıyorum. Onu görür görmez belli ki zorla alıkonulduğu sohbetin ortasına balıklama dalarak hızla kurtarıp, yemekhaneye doğru yürüyorum.
Görgü kuralları bekleyebilir, önce yemek.
Konuşup duruyoruz. Bizi saran ağaçlara büyük bir saygı ve sevgiyle bakıyorum. Gerçekten mükemmeller...
Bu arada korunun girişinde, oldukça uzun boylu, yirmilerinde olduğunu tahmin ettiğim biri; elleri ceplerinde ve bize sırtı dönük halde, başını arkaya atmış, ağacın birine bakarken dikkatimi çekiyor. Dikkatimi çekmesi normal çünkü;
Bir; bu kadar –ımm- çekici birinin normal şartlar altında bizim okulda olması mümkün değil.
Ve, iki; çocuk "tam anlamıyla" durmuş ağaca bakıyor. Yani bunu sadece ben yaparım. Dolayısıyla normal olması mümkün değil.
Elimde olmadan adımlarımı yavaşlatıyorum. Sanki bir tabloya bakıyor gibiyim. Öyle bir tablo ki, her şey yerli yerinde ama ressam, son anda aklına gelen bir figürü bir ağacın altına iliştirivermiş gibi.
Adam düşüncelerimi duymuşçasına dönüp bana bakarken, yani direkt olarak bana bakarken, adımlarım tamamen duruyor.
Belki bir saniye belki bir yıl... emin olamadığım o süre boyunca zihnimden geçenler yüzüme yansırken kendimi hızla toparlamaya çalışıyorum.
Ustalık alanımdır, o yüzden dilerim pek de uzun sürmemiştir.
Mell'in;
- " Samira, ne oldu? " diye sormasıyla kendime geliyorum. Sanırım bu ikinci soruşu, en azından yüzünden öyle anlaşılıyor.
- "Hım? Hıı, ee, yok bir şey, telefonumu sınıfta unuttum sandım. " diyerek yürümeye devam ediyorum.
O, muhtemelen aç olmamla ilgili bir şeyler homurdanırken ben gülümseyerek "Eee?.." diyor ve onu konuşması için cesaretlendiriyorum, böylece arkama bakmamayı, ya da en azından titrememeyi başarabilirim. Nasılsa, adamın hala bana baktığını biliyorum. Sanki ensemdeymişçesine hissedebiliyorum.
" İnanç evrenin en güçlü silahıdır.
Belki aşktan sonra. "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GARDİYANLAR VE KORUYUCULAR
Fantasía+13 İÇERİKTİR '1. KİTAP TAMAMLANDI' Samira üniversitededir fakat burası hiç de hayal ettiği gibi değildir. Dünya git gide daha sıkıcı bir hal almaya başlar ve bu sıkıcılığın içerisinde kaybolmak üzereyken olağan günü olağanüstü bir adam tarafından b...