"İkbal Gören, ailen geldi, artık çıkabilirsin." diye sahte gülüşüyle birlikte içeriye giren hasta bakıcı ile göz göze geldim. Gözlerimi ondan alıp bayık bir şekilde Ahu'ya çevirdim. Elinde, tımarhanenin isteğe bağlı olarak kırk yılda bir verdiği aburcuburlardan biri olan, çikolata çubuğunu emiyordu. Bir yandanda arada bir gelen neşesiyle birlikte ayaklarını sallayarak bir bana bir de bakıcıya bakıyordu. Gözlerimi devirerek hasta bakıcıya dönerek kafamı şirin bir şekilde yana yatırıp sahte bir şekilde gülümsedim. "İnsanların gerçek gülümsemesi ile sahtesi arasında kas farkı olduğunu biliyor musun? Eğer sahte bir şekilde gülümsersen suratında normalden daha fazla kas kasılır." dedim şirin bir şekilde. Kadın gülümsemesini hiç bozmadan "Eee, yani bunu neden söylediniz İkbal Hanım?" dedi naif çıkarmaya çalıştığı sesiyle. Daha çok gülümseyip aynı ses tonuyla "Yaniii, demek istediğim şu, ikimizinde suratı fazlasıyla kasılmış bir durumda." dedim.
"Ooooooo, İkbal vurdu ve GOLLLL!!!!"
Bir anda deli danalar gibi bağırmaya başlayan kişi yan tarafımdaki Ahu'dan başkası değildi. Aslında deli danalar demek bir tık fazlaydı, sonuçta bir tımarhanede tanışmıştık. Ahu'ya gülmeyi bırakıp kadına tekrar döndüm. Bu sefer suratındaki sahte gülüş silinmiş, nefretle bakıyordu resmen. İşte insanların gerçek yüzü buydu, hepsi tamamen böyleydi ve delirmeden gerçekte kim olduklarını gerçekten anlamıyordun. İyi ki tertemiz delirmiştim.
Kadın duruşunu iyice düzelterek, bu sefer suratında düz bir ifade ve ses tonuyla "Hazırlan, hemen! Ailen seni bekliyor." dedi ve kapıdan çıktı. İç çekip ayağa kalktım. Aslına bakarsanız, buraya baya alışmıştım. Deli insanları hep sevmiştim ve buraya kapatıldığıma göre de onlardan biri olmuştum, benden deli, şizofren bir arkadaşım olmuştu; ama şimdi kimsenin bana tahammül edemediği o yere geri dönecektim.
Sıkıntıyla eşyalarımın olduğu küçük sırt çantamı sırtıma takarken, Ahu, hemen yan tarafımdan üstüme atladı ve sıkı sıkı sarıldı. Buruk bir gülümsemeyle karşılık verdim. Benden ayrıldığında yüzümü avuçlarının arasına alıp bastırdı. Şu anda Japon balığı gibi göründüğüme emindim ama bu pek umrumda değildi açıkçası. Ahu sevinçle "Merak etme delidaş'ım, benimde çıkmama çok kalmadı, çıktığım an yanındayım, bensiz çok kalmıyacaksın merak etme, okkei aşkom?" dedi. Sırıtarak 'tamam' anlamında kafamı sallamaya çalıştım ama elleri buna pek izin vermedi. Kocaman gülümseyip beni odadan ite ite çıkarttı ve beni dışarı attığı gibi dil çıkarıp kapıyı suratıma kapattı, sadece kıkırdadım. Ne demişler 'Delidir deli, ne yapsa yeri'.
"Şişt!"
Sesin sahibi az önceki karıydı. Ona döndüğüm gibi suratımdaki gülümsemeyi sildim ve ondan önce yürümeye başladım, zaten beni bahçeye götürecekti. Üç kat inip sola döndüm ve oyuz altı adım sonra dış kapıya vardım. Kapının önünde duran adamla göz göze geldik, kendisi 'deliler' kaçmasın diye kapıda nöbet tutan nöbetçiydi. Bana küçümseyici bakışlarla bakmayı kesip tam arkamda olduğunu bildiğim kadına döndü ama ben hala ona bakıyordum. Üzgünüm koçum, beni o küçümseyici aşağlık bakışlarınla ezemezsin, ben bunları yeterince yaşadım zaten.
Kadın, adamı onaylamış olucakki anahtarını çıkarttı ve kapıyı açtı. Gözüme giren parlak ışık gözümü kamaştırırken bahçeyi gözlemledim. Normalde insanlarla dolu olan bu bahçe, daha serbest zaman olmadığı için bomboştu, bahçede sadece her zamanki gibi boşanmış olsalar bile hala tartışan annem ile babam ve sevimli ikiz kardeşlerim vardı. Neden onları buray getirmişlerdi ki? Aktan, etrafa bakarken beni görmüştü, gördüğü gibi de gözlerindeki parıltıyı görmüştüm. Hızla oturduğu kaldırımdan kalkıp Aktaç'ın kolunu çekiştirdi ve beni işaret etti. Aktaç'ın bana dönen suratıyla zorla da olsa gülümsedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aʜᴜsᴇ | ᴛᴇxᴛɪɴɢ ☏
Chick-LitAkıl hastanesinden yeni çıkmış olan İkbal, eve gittiğinde bir yıldır eline almadığı telefonuna baktığında gizli numaradan gelen ve bir yıl boyunca hergün devam eden mesajları gördüğünde şaşırır, ama asıl şaşırmasın gereken şey bilinmeyenin zamanla o...