1

1.2K 144 120
                                    

İyi Okumalar

Yine aynı ses, yine aynı saat.

Yağmurlu ve fırtınalı bir gece, saat üç. Ayak tıkırtıları ve kapının ardındaki kişi. Kim olduğu hakkında en ufak bir fikrim yok. Anlamadığım cümleler, bitmek bilmeyen çalışlarını biliyorum bir tek.

Uyku nedir bilmez bir hâle geldim. Göz altlarım mosmor, gözlerimin içi kıpkırmızı. Psikolojim alt üst olmuş durumda, kime söylesem bana inanmıyor Yoongi dışında.

Son bir haftadır evime gelen biri yüzünden geldim bu hâle. Tek yaptığı şey kapıyı çalıp anlamadığım cümleler kurmak.

Kapıdan çekilip penceremin önüne gelmişti. Perdelerim sonuna kadar çekili olduğu için içeriyi görmesi çok zordu ancak bu kişi o kadar inatçı biriydi ki içeriyi görebilmek için adeta cama yapışıyor, kapıyı çaldığı yetmiyormuş gibi bir de cama vuruyordu.

Söylediği onca şey arasından tek anladığım "Jungkook" olmuştu. Öyle bir ses tonuyla söyledi ki tüylerimin diken diken olduğunu hissettim. Buz gibiydi sesi, söylediği şeyden sonra bir kahkaha attı. Ama bu kahkaha eğlenceden oldukça uzak bir kahkahaydı. Bir haftanın sonunda tek anladığım buydu. Kapının ardındaki bu kişi beni nereden tanıyordu? Gidip kim olduğuna bakmaya o kadar korkuyordum ki merakım bile toz olup uçuyordu.

Kapıma geldiği ilk gün polisi aramıştım. Çok geçmeden polisler gelmiş, her yeri aramışlardı ama gelin görün ki kimseyi bulamamışlardı. Siren sesini duyup kaçmış olabileceğini düşündüm ama polisler gelinceye kadar burada olan adam, neredeyse yarım saniye içinde nereye kaybolabilirdi ki.? İşte buna anlam veremiyordum. Polisler ise gereksiz ihbar yaptığımı söyleyip bana kızmışlardı.

Sormak istiyorum kim olduğunu, beni nereden tanıdığını, neden her gün kapıma dayandığını. Ancak buna cesaretim yoktu işte. Ağzımdan tek bir kelime dâhi çıkmıyordu. Son birkaç gündür dikkat ettiğim şey ise bu gizemli kişinin her gece saatin tam üçü gösterdiğinde gelmesi ve kapıyı on üç kez çalmasıydı. Yavaş yavaş, bekleye bekleye çalıyordu. Her zaman son çalışı daha sert oluyordu, bir uyarı misali.

Cama vurması bitmişti ancak en nefret ettiğim şeyi yapmaya başlamıştı. Tırnakları ile camı çiziyordu. İçimin titrediği hissettim. Ellerim ile kulaklarımı kapattım, iğrenç sesi duymamak için. Saate baktım hemen, üç buçuk olmuştu. Yarım saattir buradaydı. Bir hafta içinde gözlemlediğim kadarıyla en fazla on dakika içinde gidecekti buradan. Nihayet ses kesildiğinde ellerimi kulaklarımdan çektim.

Gittiğini düşünüp pencereye bakmaya karar vermiştim. Perdemi çekeceğim sırada pencereme küçük bir taş atılmıştı. Hızla geri çekileceğim derken yere düşmüştüm. Sokak lambasının ışığı sayesinde bordo tül perdemin arkasındaki kişiyi net şekilde görüyordum ancak yüzünü falan seçemiyordum. Boyu benden beş altı cm uzun duruyordu. Saçları omuz hizasına geliyordu. Parmakları oldukça uzundu.

Ben onu izlerken bir anda sokak lambasının ışığı sönmüş ve camı patlamıştı. Sonra bir şimşek çaktı, her taraf aydınlanmıştı bu sayede. İstemsiz bir çığlık attım ve duvar kenarına geçip dizlerimi kendime çektim. Çok korkuyordum, yüzünü yine görememiştim ama elleri, ellerinde bir şey vardı. Bir şey akıyordu elinden yere doğru, damla damla.

Kesinlikle bu adam bir katildi. Ama benimle ne alakası vardı onu anlayamıyordum işte. Gencecik yaşımda ölmek istemesem de belki de Taehyung'un yanına gitmem iyi olurdu diyordu bir yanım. Diğer yarım da ona verdiğin sözleri tut diyordu.

It's a Curse ≮Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin