³ | "Uğultulu Tepeler" |

16.6K 1.1K 786
                                    

Yalın | Sevgili Kalp Sancım

BANA AŞIK ÖL

"Uğultulu Tepeler"

Antika saatin tik takları aramızdaki sessizliği dolduruyordu.

"Ne dedin sen?" diye sordum emin olmak istercesine. Kulaklarım bile söyleneni algılamamak için her türlü yolu denemeye razıydı.

"Evlen benimle." dedi sakin bir sesle. Bunu öylesine olağan bir şey gibi söylemişti ki sanki sadece bir gün önce tanışmamış gibiydik. "Dedim."

Hayatımın en büyük şakasını, bir propaganda da sıkılan biber gazı gibi solumuştum. Boğazıma sert bir yumruk yemişim kadar nefessizdim ve bir yandan da karnıma bir bıçak saplanmış gibi içim kanıyordu.

"Dalga mı geçiyorsun?" diyerek adeta çığlığı bastım. Titrek ellerim göğsünün üzerine güçlükle dayandı, "Beni düğünümden kaçırıp bir de eğleniyor musun?" dediğimde aynı zamanda onu itiyordum. "Komik mi sence bu?"

Bir şey söylemedi. Bir şey söylemek için aralanan dudakları göğsüne bastırdığım ellerle birlikte anında kapanmıştı. Sanki bu hoşuna gitmiş gibi gözlerini ellerime indirdiğinde rahatsız olmuşçasına kıpırdandım.

"Dalga geçmiyorum." dedi durağan bir sesle. Ardından "Şakaları sevmem." diyerek ekledi, "1 Nisan'da yapılanlar dışındakileri."

Ellerimi göğsünün üzerinden çekerek bacaklarıma bıraktığımda yeniden bana ve ellerime baktı. Sanki oksijene ihtiyacı olan bir adamın burnunu kapatmıştım.

"Amacın ne bilmiyorum ama her ne saçmalıyorsan bir an evvel buna son vermelisin."

Sözümü devam ettirmek için bir teşvik niteliğinde ekledi, "Yoksa?"

"Yoksası yok." diye saçmaladım bir an için. Hiç tanımadığım bir adamın bir gün içinde hayatıma bu kadar hakim olması canımı sıktığı yetmezmiş gibi bir de elimi kolumu bağlıyor oluşu cabasıydı. "Kimsesiz değilim, şu an herkes beni arıyordur."

"Buna eminim." diyerek onayladı beni. "Başta Sertan."

"Evet." dediğimde kapının bir köşesine küçük bir fare gibi sinmiştim. Üzerime doğru gelmek istese çaresizdim ama saldırmaya da bir o kadar hazır bekliyordum. "En çok o arıyordur."

Kalbim o bakışlarının arasından sıkıştı, aldığım her nefes beni rahatlamak yerine ciğerlerimi yaktı.

"Şimdi beni bırakacak mısın?"

"Öncelikle..." dedi ve hala yerde oturuyor oluşuma iğneleyici bir şekilde baktı, "Tutsak değilsin." dedi hiç ikna edici olma çabasına girmeyerek.

Bu söylediğine kendisi de inanıyor muydu acaba? Çünkü biraz önce kaçmamam için başıma silah dayamayı göze alan, kapıdaki ızbandutları bir hayal ürünü olarak yaratan tek şizofren ben değildim. Umarım.

Kaşlarımı çatmış bir şekilde ona baktım. Bunu fark eder etmez başını iki yana sallayarak, "Kapıdakilerin kusuruna bakma." dedi. "Zamanla sana nasıl davranacaklarını öğrenecekler." diyerek bastıra bastıra ekledi. "Öğreteceğim."

Acı göğsümü bir çivi gibi deldi. Burada oturmuş bir yabancının, -deli bir yabancının- ütopik hayallerini dinlemek için fazlaca zaman ayırmıştım. Israrlı bir inatla ayağa kalkıp gitmek için hareketlendim ama saniyesinde beni bileğimden yakaladı.

BANA AŞIK ÖL Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin