Ertesi gün güneş tüm ışıltısıyla evi doldurmuştu. Davin'in yorgun bedeni hiç ayaklanmak istemiyordu. Bugün haftasonuydu zaten. Kalkmasa da olurdu.
Gözlerini araladı ve aklının ucundan dün yaşadıklarının rüya olması düşüncesi geçti. Gerçekten rüya olabilir miydi? O kadar isterdi ki bunların bir rüya olmasını.
Davin bunun hayalini kurarken bi anda telefonu çaldı. Arayan kişi Evan'dan başkası değildi. "Davin nasılsın, iyi misin, bak değilsen hemen yanına geleyim. Bi daha kan kustun mu?" son cümle Davin'i hayal kırıklığına uğratmıştı. Olanların rüya olduğu düşüncesi suya düşmüştü çünkü.
Yutkunduktan sonra cevap verebildi, "Iıı hayır hayır kusmadım. İyiyim sadece biraz dinlenmeliyim." demekle yetindi. Ardından Evan, "Tamamdır ama ne zaman bir şeye ihtiyacın olur kankan burda haberin olsun anında ordayım biliyorsun."dedi o güven veren sesiyle.
Ne kadar haykırmak istese de derdini söyleyemiyordu. Telefonu kapattıktan sonra yatmaya devam edecekti ki artık yatmak istemediğini farketti. İçinden hiçbir şey yapmak istemiyordu. Ve biraz dışarı çıkıp yürüyüş yapmaya karar verdi.
Hırkasını giydi. Ayakkabısını da ayağına taktıktan sonra dışarı çıktı. Sokakta yürümeye başladı. Aklından bin bir düşünce aynı anda geçiyordu. Normalde doğaüstü şeylere asla inanmazdı ki bunu da herkes bilirdi. Ama dünkü başına gelenler de bunun tam tersini gösteriyordu.
Yürürken biraz yorulmuştu soluklanmak için bir kafeye girdi. Ve bir masaya geçti. Gün ışığı çok güzel düşüyordu bu küçük kafeye. Tam çaprazında kendi yaşlarında bir genç oturuyordu. Kafası kendisi gibi çok karışık duruyordu. Elinde kalem kağıt bir şeyler yazıp çiziyordu. Çok merak etmişti. Yanına gitti. Ve karşısına oturdu.
"Selam. Sizi arkadaki masadan gördüm. Ne yazdığınızı merak ettim eğer özel değilse benimle de paylaşırmısınız?" neden böyle bir şey yaptığını bilmiyordu. Belki de sadece yaşadığı bu olaylardan ve düşüncelerinden biraz uzak kalabilmek için olabilirdi.
Genç adam gülümseyerek cevap verdi,"Aslında özel bir konu ama sizinle paylaşabilirim. Bir kıza çok ama çok aşığım. Ama o bunu bilmiyor. Çünkü bunu ona söyleyemiyorum. Ne zaman söylemeye kalksam dilim tutulur. Öksürürüm. Ve bir türlü söyleyemiyorum. Ve ben de yazmaya karar verdim."diye anlattı.
Davin genç adamın sözlerinin sonuna doğru aklında ampul yandığını hissetti. Evet ya aslında onunla çok benzer bir durumdaydı. Vee o da derdini yazarak anlatabilirdi. Ve o gence çok teşekkür etti. Hatta genç biraz neye uğradığını şaşırsa da Davin onu kocaman kucakladı ve oradan ayrıldı.
Hemen evine döndü. O kadar heyecanlıydı ki. Hemen masasının başına oturdu. Ve yazmaya başladı. Yazdı,yazdı,yazdı...Ve içi o kadar rahatlamıştı ki. Sanki tamamen bu dertten kurtulmuştu. Bu kağıdı kime vermeliydi acaba?
Sonra aklına bir fikir geldi. Bu kağıdı postalayacaktı. Kime postalayacağını düşündü ve Fiona'ya postalamaya karar verdi. Sonra aklına bunu basit bir mesajla da yapabileceği geldi ama her neyse nasıl olursa olsun artık biri de olsa öğrenebilecekti bu durumu.
İçi biraz olsun rahatlamıştı. Fiona birkaç saate öğrenecekti ve diğerlerine anlatacaktı en nihayetinde de artık bu işte yalnız olmayacaktı.
Akşam olmuştu. Davin çok heyecanlıydı.
Bi haber bekliyordu Fiona'dan. Çoktan mektubu almış olması lazımdı. Peki neden aramıyordu veya gelmiyordu?Derken telefonun sesini duydu. Heyecanlanmıştı. Arayan Fiona'ydı. Biraz geç de olsa aramıştı. Bekletmeden hemen açtı. Fiona, "Davin, nasılsın?" dedi. Davin Fiona'nın son derece normal çıkan sesine şaşırmıştı.
Söze girdi. "İyiyim. Dinleniyordum." dedi biraz hayal kırıklığıyla.
Fiona devam etti, "Davin ben bugün senden bir mektup aldım." Davin'in gözleri faltaşı gibi açılmıştı. Demek ki almış ve öğrenmişti her şeyi.
Fiona devam etti. "Ama bil bakalım ne eksikti?" Nasıl yani ne eksik olabilirdi ki? Şaşkın bir ifadeyle, "Ne eksikmiş?" Fiona, "Yazılar... İçi bomboştu Davin. Yani hiçbir şey anlamadım. Şaka falan mı yaptın yoksa yanlışlıkla bana olmayan bir mektubu mu bana verdiler? Gerçi başkasına da olsa boş mektup vermek çok saçma."
Davin ne diyeceğini bilmiyordu. Derdini söyleyemediği gibi yazarak da anlatamayacaktı anlaşılan. Her neyse büyük bir hayal kırıklığıyla söze girdi," Aaa öyle mi olmuş şey ya aslında yazdım ama yanlışlıkla alttaki boş kağıtlardan birini postalamışım kusura bakma."dedi. Ne kadar inandırıcı o tartışılırdı ama bunu demekle yetinmişti.
Fiona," Hmm pekii ne yazmıştın ki kağıda?" diye sordu. En son bu soruyu yanıtlarken ölümden dönecekti. Tabii ki de anlatmayacaktı. Zaten anlatamazdı da.
Şöyle cavapladı," Telefondan mesaj atmaktan bıktım ben de nostalji olsun diye mektup yollayım demiştim. Nasıl olduğunu merak etmiştim dün gecenin geç saatine kadar benim başımda bekledin başında ağrıyordu o yüzden yani."
Tam ikna edemese de bi şekilde olayı kapatmıştı. Telefonu kapattıktan sonra yatağına uzandı. Her zamanki gibi düşünüyordu. Ne yapacağını, nasıl bu işten kurtulacağını, kimden yardım alacağını, nasıl alacağını...
Bi andan bunları düşünürken beyninin bir taraflarına bir düşünce geldi. O gün ormandayken konuştuğu sesi düşünüyordu. Onunla konuştukları aklına geldi.
Kendisinden bir şey istemişti. Emaneti... Ve o da ona vereceğini söylemişti. İyi de neydi ki bu emanet? Vermezse o ses onu rahat bırakmayacaktı. Öyle söylemişti. Ama daha ne olduğunu bile bilmiyordu. Asla çıkışı olmayan bir kapanda gibi hissediyordu kendini.
Düşündü, düşündü, düşündü... Ve yarın o ormana o sesin geldiği yere kendisini saran o ağacın yanına gitmeye karar verdi. En azından emanet neyse ondan öğrenecekti. Aksi takdirde böyle yaşayamazdı. Bu soru işaretleriyle kafasını daha fazla yormak istemiyordu.
Sabah olmuştu. Güneş yeni yeni doğuyordu. İçinden güneşin yerinde olsam keşke diye geçiriyordu. Hiçbir derdi yoktu çünkü. Monoton bir şekilde doğup batıyordu. Her neyse bugün yapacağı çok şey vardı. O ormana gidip artık bu saçma sapan olay silsilesinden kurtulmak istiyordu. Hemen hazırlandı ve dışarı çıktı.
Ormanın girişine kadar geldi. Uzun uzun bakıyordu. Ve derin bir nefes alıp içine girdi. Çok gergindi. Sanki her an bir yerden bir şey çıkacak gibi hissediyordu. Sabah olmasına karşın ormanın içi o kadar da aydınlık değildi çünkü ağaçlar o kadar uzun ve büyüklerdi ki güneş ışığını kesiyorlardı. Loş bir ortam oluşturuyorlardı.
Ve nihayet o ağacın önüne gelmişti. Ayağını yere çok temkinli atıyordu. Ve konuşmaya başladı. "Hey! Burda mısın?" diye bağırdı. Birkaç dakika sessizlik olmuştu her zamanki gibi.
Ve o boğuk ses yükseldi, "Ben her zaman burdayım. Sen asıl emanetten bahset. Getirdin mi?" dedi sonlara doğru sesi kısılarak.
Davin emanetin ne olacağını sormaya gelmişti ama o şimdi emaneti istiyordu. Şimdi sorsa bir şey yapar mıydı? Ama yapacağı da pek bir şey yoktu sormak zorundaydı.
Ve lafa girdi," Emanetin ne olduğunu bilmiyorum. Eğer söylersen öğrenirim ve sana getiririm." dedi.
Bu sefer ses beklemeden lafa girmişti,önce bir kahkaha attı ve şöyle dedi, "Bu kadar aciz ve cahil olduğunu bilmiyordum. Ama sana yardım edeceğim merak etme. Emanetin ne olduğunu söyleyeceğim ama kısıtlı bir süren olacak. Eğer bu süre içerisinde getirmezsen bende senden bir takım emanetler alırım." dedi ve konuşmasını yine bir kahkahayla bitirdi ama bu kahkaha daha boğuktu.
Davin'in kalbi boğazında atıyordu yutkunarak lafa girdi, "Tamam söyle ne bu emanet?"
Evet bu sefer çok beklemişti bu soğuk ses ama sonunda başladı konuşmaya, "Emanet, Forza taşı..."
.
.
.
.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Passage: "Forza"
Fantasy~Kapının ardındakini oraya girmeden de bilebilir mi? ~Sesin ardındakini onu görmeden de tanıyabilir mi? {Ara Verildi}