2.2

136 14 106
                                    

Çiz, karala, biraz renk ekle, düşlerini tablola ve ortaya bir sanat eseri çıkar ama bu sanat eseri sadece sana ait olsun. Diğerleri anlamaz, yargılar, yok eder seni. Var olmak için yok olmamak için sahip çıkmak gerek eserine.

Sonrası mı? Sonrası artık bizi ilgilendirmez. Biz o zaman çoktan toprak parçası olmuşuzdur.

Elime bulaşan mavi boyayı suyun altına tutup gitmesini, elimdeki kalıntılarının yok olmasını izledim. Her su ile temas ettiğinde elimde oluşan o küçük renk dalgalanmasından hemen sonra beyaz zemine doğru akışını izlemek garip hislerin etkisine girmeme neden oluyordu.

Mavi rengin ve suyun birleşimi ile önümde önce koyu bir mavi şelalesi oluştu sonra elime akan her bir su damlası ile suyun rengi giderek açıldı. Biraz daha açıldı. Biraz daha ve biraz daha. Suyun rengi tamamen eski haline döndüğünde elimi suyun altından kaldırıp göz hizama getirdim.

Tek bir renkten bile eser kalmamıştı. Oysaki dakikalar önce elimde bir çok renk vardı. Hayatımdan yok olup gitmeleri, iz bırakmadan uzaklaşmaları sadece bir kaç dakikalarını almıştı.

Ellerimi indirdiğim de bu kez aynadaki görüntüm ile karşılaştım. Aynadaki adamın kaşları çatılmış, anlamsızca bana bakıyordu. Normale göre küçük, kemikli bir burnu ve küçük kemikli bir yüze sahipti.

Yüzüne sıçrayan su damlaları ile şu an ağladığına dair bir izlenime kapıldım. Belki de ağlıyordu. Neden ağlamasın ki? Ya da neden ağlasın ki? Erkekler ağlamaz ki... İlk doğduğu andan beri yasak olan bu şeyi anca hayal edebilirdi. Gözlerimi yumup başımı eğdim.

O'da eğmişti. Belki de eğmemişti. Kim bilir.

Bir daha aynaya bakmayıp banyodan çıktım. Derin bir nefes alıp kasvetli ve iç yakıcı düşüncelerimden uzaklaştım. Çalışma odasına gidip çizdiğim resme son kez bakıp ortalığı bir süre topladım ve ardından odadan çıkıp kapıyı kilitledim. Anahtarını da alıp yeniden boynuma astım.

Salona giderken çalan kapı zili ile topuklarımın üzerinden dönüp oraya yöneldim. Kapıyı açtığımda hiç şaşırmadığım bir yüz ile karşılaştım. Kapının kenarına yaslanıp gelen kadını baştan aşağı süzdüm. Siyah taytın üzerine siyah bir tişört giyip saçlarını da at kuyruğu yapmıştı. Yuvarlak yüz hatları tam anlamıyla ortaya çıkmıştı.

Elindeki cips paketlerini sallayıp konuştu. "Beni içeriye almıyor musun?"

Gözümü kısıp düşünüyormuş gibi yaptım. "Neden alayım? Sonunda yine kavga edeceğiz." Üzerine biraz eğildim. "Benim çıkarım ne olacak, Müdür?"

Omuz silkip beni es geçti ve evin içine girdi. "Kavgamı da ederim evin içine de girerim sen de kafanı duvarlara vurursun." Umursamaz sesi ile gülüp kapıdan uzaklaştım ve arkasından içeriye girdim. Mutfağa ilerleyip kucağında taşıdığı cips paketlerini tezgaha bıraktı. Bana dönüp "Çayı üstüne koyar mısın?" Her yerde yönetmeyi seven kadına yeniden gülüp çayın suyunu üzerine bıraktım.

"Bugün keyfin yerinde gibi?" Nedenini merak ettiğim cümlem ile bir an duraksadı ama yine de devam etti.

"Buna ihtiyacım var. Bunlar iyi günlerimmiş gibi hissediyorum." donuk sesi ile kaşlarımı çatıp hızla önüne geçtim.

"Ne demek istiyorsun?" omuz silkip dudak büktü. Bakışları benden kayıp arkamda bir yere takıldı ve bir süre sessizce orayı izledi.

"Bilmiyorum ama bundan sonrası için içimde çok kötü hisler var." Bakışları hızla beni buldu. Onu anlamamı ister gibi gözlerimin en tenha ücralarına kadar bakmaya başladı. "Hani olur ya bazen. Hiçbir neden yokken hayat enerjin sıfırlanır, her şey kötüymüş ve daha da kötüsü gelecekmiş gibi hissedersin... Tam olarak öyle hissediyorum ve bu," Sonlara doğru kısık çıkan sesi ile bir an duraksadı. Derin bir şekilde yutkunup devam etti. "Bu, geçmiyor Alp. Canım yanıyor."

KEKRE Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin