9.BÖLÜM "HAİN"

92 10 6
                                    

Hep beraber içeri girdiğimizde koltuklara oturduk. Asel ve Tuğba mutfağa çay koymaya gittiler. Bende yardım ediyim desemde izin vermediler. Neymiş efendim yaralıymışım. İyileştim bi kere ben.

Alp'in konuşmasıyla ona döndüm. "Tuana en son bize bişey açıklayacaktın" dediğinde gözlerim fal taşı gibi açıldı. Hâlâ o adamı öldürmemi sorguluyor olamazlardı. Değil mi?

Aklımı okur gibi "Hâlâ o adamı öldürmeni sorguluyorum Tuana." Dediğinde gözlerim daha da açıldı. Rüyada olayım lütfen. Tekrar aklımı okur gibi "Rüyada değilsin Tuana" demesiyle bu sefer çok şükür dilim çözüldü de konuştum.

"Komutanım nasıl aklımı okuyorsunuz siz ay yoksa büyücü falan mısınız?" dememle salonda kahkaha tufanı oluşturdum.

Şuan da bunu sormalarının tek iyi yanı kızların yanında sormamaları. Çünkü onlara anlatamazdım. Anlatmak istesem de yapamazdım. Onlara da açıklayacaktım elbette ama en azından şimdi değil.

Alp "Cevap bekliyoruz Tuana" dediğinde düşüncelerimden ayrıldım. "Komutanım sonra konuşsak" dedim. "Daha ne kadar sonraya erteleyeceğiz Tuana? Bence bu kadar sonra yeter" dedi net bir dille.

"Peki" dedim ve anlatmaya başladım:
"O adam, Şahin Olgun benim annemin de babamın da katili, sadece bu değil. Asel'in annesinin yani Leyla Teyze'nin de katili o adamdı. Bu da yetmezmiş gibi doğum günümden nefret etmemi sağladı o adam. Doğum günümde Tuğba da vurulmuştu ya benim kardeşimi yaralamak değil öldürmek istedi pis herif. Söz vermiştim anneme,babama Leyla Teyze'ye. İntikam yemini etmiştim ve  intikamımızı aldım. Bu kadar."

Gözyaşlarım sicim gibi akmaya başlamıştı. Hemen kalkıp lavaboya gittim. Asel de Tuğba da beni böyle görmemeliydi. Şuan da anlatamazdım.

Yüzümü yıkayıp odaya geçtim. Hiç bişey olmamış gibi davranacaktım yine. Acıyordu hatta kanıyordu yaram ama ne demiş Marilyn Monroe;
Asla arkana bakma! Cindirella ayakkabısını almak için geri dönseydi, prenses olamazdı.
Aynen öyle. Bundan sonra geçmişe bakmak yok. Önümüze bakmak var. O kadar.

İçeri girdim yüzümdeki tebessümle. Asel çayları dağıtırken Tuğba bisküvi ve yolda gelirken aldığımız yaş pastayı servis ediyordu. Çalışkan kızlarım.

İçeri girdiğimde bana da servis yaptılar. Yine yardım edeyim dedim yine izin vermediler. Ne abarttılar ya. Bide izin almışlardı bugün benim için.

Onları çok seviyordum. Sevildiğimi hissettiriyorlardı. Onlara çok şey borçluydum. Hepsi kardeşlerimdi.

Hayatta ki en büyük iyiki'm kardeşim, arkadaşım ve timimdi.

Şimdi oturmuş çay içiyorduk. Ben çay hastasıydım. Bunu hepsi biliyordu. Çay aşktır gerisi yalandır.

Bir yandan sohbet ediyorduk. Bir yandan da çay içiyorduk diyeceğim ama yalan olucak. Buğra ve Tarık kavga ediyordu. Off off!Küçük çocuk gibiler.

"Ne uzattın lan. Tamam. Bir daha giymem."

"Geç bu numaraları. Her seferinde böyle diyosun."

"Ne numarası be! Numara falan yapmıyorum. Bu gerçekten sondu."

"Yav he he! Bu kaçıncı sondu? Lan oğlum bak bi daha görmiycem"

"Tamam be!"

5. çayımı içerken kavgalarını dinledim. Çayı bi daha benim için ısıtmışlardı ve ben şimdi 6. bardağı dolduruyorum.

"Abla yeter!" dedi Tubişim. Ama Tubişim ben çay içmeyi çok özlemişim. Dağlardan inmediğimiz için anca karargahta maksimum 2 tane içebiliyordum. O kadar. 2 tanede çok az.

Tabi ki Tubişi dinlemedim. Konu çaysa kimse bana engel olamaz.

Artık bi tek ben çay içiyordum. Hepsi 2 bardaktan sonra içmemişti. Gerçi Alp 3 bardak içti.

6. Bardaktan sonra artık içmedim. Hepsinden 'şükür' nidaları yükseldi. Sonra karargaha gitmek istediğimi söyledim. İlk başta karşı çıksalar da beni ikna edemediler tabii ki. Albay ile konuşmam gerekenler vardı.

*

*

*

Karargaha geldiğimiz de hemen Albay'ın odasının yolunu tuttum. Kapının önüne gelince derin bi nefes aldım ve kapıyı tıklattım. 'Gir' sesine karşılık içeri girdim.

Hemen tekmil verdim. "Üsteğmen Tuana Bozkurt Sivas. Bir maruzatım var komutanım. "Otur asker!" dediğinde tabii ki oturmadım. Canıma susamadım çünkü. "Bu bir emirdir! Otur asker!" dediğinde emir demiri keser diyip koltuğa oturdum.

"Teğmen Hazal Duman..." diye söze girdim. Sözümü kesip "Ne olmuş Teğmen'e?" dedi. Sonra devam ettim. "Vatan haini komutanım."

Kaşları olabildiğince çatıldı. "Umarım kanıtsız konuşmuyorsundur Üsteğmen" dedi. Ben hiç kanıtsız konuşur muyum komutanım?

Cebimde ki flashı çıkarıp masaya koydum. "Deliller burda komutanım" Flashı alıp bilgisayara taktı. Hemen incelemeye başladı. Yarım saat kadar inceledikten sonra "Git ve tutukla o vatan hainini Üsteğmen." dedi. İşime gelir komutanım. Zaten gıcık alıyordum o yellozdan.

Aslında bu bilgiyi bizim time gelişinin ikinci gününde bulmuştum ama olaylar üst üste gelince bir türlü vakit bulamamıştım.

Odadan çıktım ve timin yanına gittim. Teğmenin arkasına geçip silâhımın namlusunu ensesine bastırıp diz çöktürttüm. "Komutanım ne yapıyorsunuz?" demesi umrumda olmamıştı.

"Teğmen Hazal Duman vatana ihanetten tutuklusun." dedim.

"İnkâr edecek misin?"

"Hayır" dedi ve devam etti "Siz salak türk askerlerini ayakta uyuttum. Karargaha saldırıda da benim parmağım var ve senin vurulmanı da ben sağladım ama siz salaklar farketmediniz." Türk askerlerine? Salak?

Şimdi bittin. Aniden kendime döndürüp sert bir tokat geçirdim. Tokatı nasıl sert vurduysam tokatımla bayıldı gerizekalı. Yerimde dikleştim ve etraftaki askerlere baktım.

Ve "Ne demiş atam? Vatana ihanetin nedeni olmaz, er ya da geç bedeli olur!" dedim.

Öyle demişti atam. Hem sadece o vurgulamamıştı ki vatana ihanetin affedilmeyeceğini? Hz. Ali(r.a) de "Her şeyi affedin; ama vatanınıza ihanet edenleri asla affetmeyin!" sözüyle vatan hainlerinin asla affedilmeyeceğini vurgulamıştır.

780 kelime

Selamsss, nasılsınız?

Her neyse görüşürüz👋🏻

Kendinize iyi bakın sizi çok seviyorum çiçeklerim🌸🌸🌸

ALEV TİMİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin